Arşiv Makaleler

Walter Benjamin’in Anısına – Melike Karaosmanoğlu

Paul Klee, Swiss, 1879 -1940 Angelus Novus, 1920 Oil transfer and watercolor on paper, 318 x 242 mm Gift of Fania and Gershom Scholem, Jerusalem, John Herring, Marlene and Paul Herring, Jo-Carole and Ronald Lauder, New York Collection The Israel Museum, Jerusalem B87.0994 פאול קלה, שווייצי, פעל בשווייץ ובגרמניה, 1879–1940 אנגלוס נובוס, 1920 צבעי-שמן בהעברה וצבעי-מים על נייר, 318  X  242 מ"מ  מתנת פניה וגרשם שלום, ירושלים; ג'ון הרינג, מרלן ופול הרינג, וג'ו-קרול ורונלד לאודר, ניו-יורק B87.0994

Hazırım kanat çırpmaya

“Dönsem,” derim, “dönsem geriye”

Bir an daha kalırsam burada

Korkarım hiç dönemem diye.

            Gerhard Scholem, “Meleğin Selamı”

 

Klee’nin “Angelus Novus” adlı bir tablosu var. Bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor: Gözleri fal taşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş. Bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. Biraz daha kalmak isterdi melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek… Ama Cennet’ten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetle yakalamıştır ki, bir daha kapayamaz onları. Yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru yükselirken, fırtınayla birlikte çaresiz, sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir. İşte ilerleme dediğimiz şey, bu fırtınadır. “

 

1 Eylül 1939’da Alman ordusu Polonya’yı işgal ettiğinde Walter Benjamin Paris’teydi. Çalışmalarına sürgün hayatının zorlu mücadelesi ile devam ediyordu.

Bu işgalin hemen ertesinde Fransa’daki tüm Alman mülteciler gibi o da toplama kampına götürülmüş ve Neuers’teki “gönüllü çalışma” kampında gözaltında tutulmuştu. Kamp yaşamının ağır şartlarına ve kişisel sağlık sorunlarına rağmen gözaltında olduğu süre zarfında soğukkanlılığını yitirmemişti. Kampta geçirdiği 3 ay boyunca felsefe kursu açmış ve bir kamp gazetesi çıkarmayı tasarlamıştı. 3 aylık zulümden sonra hatırı sayılır Fransız dostları araya girerek onu kurtarınca tekrar Paris’ dönmek, kalp rahatsızlığına inat hayatını elinden geldiğince düzenlemek için kolları sıvamıştı. Rousseau’nun ve Gide’nin otobiyografilerini karşılaştırmalı olarak inceleyen bir çalışma yapmak istiyordu. Bir de aklında Baudelaire vardı, ertelemeye ya da yarıda bırakmaya gelemeyecek kadar önemsediği Baudelaire.

 

Walter Benjamin 1940 yılında tekrar Baudelaire hakkında çalışmaya başlamadan evvel, yirmi yıldır koruyup sadece kendine sakladığını söylediği Tarih Kavramı Üzerine Tezlerini kaleme almıştı. Bu birkaç sayfalık yazı aslında Benjamin’in yazdığı son metindir ki Bernd Witte ondan Benjamin’in vasiyeti diye bahseder. Marx`ın Feuerbach Üzerine Tezlerinden bu yana eleştirel düşüncenin en mühim belgelerinden birini teşkil eden Tarih Kavramı Üzerine Tezler adeta sezgi dolu bir bilmece gibidir. Metindeki kapalılık imajlarla, sembollerle, paradokslarla zenginleşmiş, baş döndürücü bir feraset ile kuşatılmıştır. Haliyle okurlarını şaşırtmaya devam eden, yaşan bir eserdir Tarih Kavramı Üzerine Tezler.

 

“Bu âna kadar hep galip gelenler, bugün hükmedenlerin altta kalanları çiğneyerek ilerlediği zafer alayında yerlerini alırlar. Her zamanki gibi ganimetler de alayla birlikte taşınır. Kültürel zenginlik denir bunlara. Ama tarihsel maddeci zafer alayını temkinli bakışlarla uzaktan izler. Çünkü bu kültürel zenginlikler, hiç istisnasız, dehşet duygusuna kapılmadan düşünülemeyecek bir kökene sahiptir. Varlıklarını sadece onları yaratan büyük dehaların çabalarına değil, aynı zamanda o çağda yaşamış nice adı sanı bilinmeyen insanın katlandığı külfetlere de borçludurlar. Hiçbir kültür ürünü yoktur ki, aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın. Ve kültür ürününün kendisi gibi, elden ele aktarılma süreci de nasibini alır bu barbarlıktan. Bu yüzden tarihsel maddeci, kendini bundan olabildiğince uzak tutar. Kendine biçtiği görev, tarihin havını tersine taramaktır.”

 

Tarihin Sonu

 

1940 Mayısında Hitler’in işgalci orduları Hollanda, Belçika ve Fransa’ya ulaşınca (Haziran ortasında SS’lerin Paris’e gelmesinden hemen önce) Walter Benjamin kız kardeşiyle birlikte güneye kaçmıştı ve yanında bir kaç parça özel eşyası ve gaz maskesi haricinde hiçbir şeyi yoktu. Gerek elyazmaları gerek diğer eşyalarını Paris’te bırakmak zorunda kalan Benjamin, Pasajlar isimli bitirmeye fırsat bulamadığı önemli eserini arkadaşı Georges Bataille’a emanet etmiş. Böylelikle Georges Bataille eser ve materyalleri Bibliotheque Nationale’de saklayarak kurtarmayı başarabilmiştir. Haziran’ın ortasından Ağustos’un sonuna dek Lourdes’te Horkhaimer ve Adorno’dan ABD vizesi için haber bekleyen Benjamin günlerini arkadaşlarının vize almayı başarıp başaramayacağı kaygısı ile geçirmişti. Aslında hem Horkhaimer hem de Adorno 1930’ların ikinci yarısı boyunca ısrarla Benjamin’in Amerika’ya gelmesini istiyordu.

Tüm üstelemelere rağmen Avrupa’da hala müdafaa edilecek şeylerin olduğunu söyleyen Walter Benjamin, Gestapo’nun Paris’teki evine baskın yapmasına rağmen Amerika’ya gitme kararını gönülsüzce vermiştir.

 

Nihayet Marsilya’daki ABD Konsolosluğundan vize başvurusunun kabul olduğunu öğrenir Ağustos’un sonunda. Sıra mülteci arkadaşları ile gizlice İspanya’ya geçmeye gelmiştir. Fakat tıpkı diğerleri gibi Fransa’dan çıkış izni olmayan Benjamin İspanya sınırında geri çevrilmiştir. Faşist Franko rejiminin kurumları onun Hitlerle işbirliği yapan Fransa’ya dönmesini ister. Bunun üzerine o gece, kâbustan uyanamayacağını anlayıp aşırı dozda morfin hapı içer Walter Benjamin. Fransa – İspanya sınırında (Portbou) intihar eder, hiçbir tıbbi müdahaleyi kabul etmeyerek midesinin yıkanmasına izin vermez ve dünyaya gözlerini yumar.

Sınır ertesi gün açılır, diğer mülteciler yollarına Benjamin olmadan devam ederler. Benjamin intihar ettiği küçük sınır kasabasında Katolik mezarlığına gömülür. Hatta Katolik olduğu düşünüldüğü için mezar taşına ismi ile soyadı ters bir şekilde Benjamin Walter olarak yazılmış. Lakin bir müddet sonra kabri ziyaret eden kimse olmayınca mezar saygısızca tarumar edilmiş.

Yıllar sonra Hannah Arendt Walter Benjamin’in mezarını aramaya gittiğinde hiçbir şey bulamamış. Hiçbir şey “yoktu” diye yazmış Gershom Scholem’e bir süre sonra, “adı hiçbir yerde yazmıyordu.” Oysa resmi kayıtlara göre, Benjamin’in seyahat arkadaşlarından biri olan Frau Gurland, beş yıllığına bir “niş” kiralamak için yetmiş beş peseta ödemiş 28 Eylül 1940’da. Hatırasını yâd etmek için mezarlığa bir anıt dikilse de, onu kimsenin tam olarak bulamadığı bir yerde uyuyor Walter Benjamin.

“Geç kalmış çocuk — Okulun avlusundaki saat sanki onun yüzünden bozulmuş: “Geciktin!”de duruyor. Koridorda bir bir sınıfları geçerken içeriden bir komplonun mırıltıları geliyor. Kapıların ardında öğretmenlerle öğrenciler birbirlerinin dostları. Ya da sanki birini bekliyorlarmışcasına çıt çıkmıyor. Usulca kapının tokmağına dokunuyor. Durduğu noktaya sanki güneş ışığı boca edilmiş. Günü piç etmek pahasına kapıyı açıyor. Öğretmenin sesi bir değirmen gibi gıcırdıyor; tahılı öğüten taşların önünde şimdi o duruyor. Gıcırdama hiç ara vermeden sürüp gidiyor ama değirmende çalışanlar bütün yükleri ona atıyor; havada on yirmi çuval ona doğru uçuyor; kendisiyle birlikte onları da sırasına taşıması gerekiyor. Ceketinin her bir lifi un beyazı… Gece yarısı gezinen biçare bir ruh gibi her adımı büyük bir gürültü çıkarıyor ama kimse onu görmüyor. Sırasına varınca, zil çalana kadar diğerleri gibi sessiz sedasız çalışıyor. Ama nafile.”

 

Özet Kaynakça:

Adorno, T. (2004), Walter Benjamin Üzerine, (Çev. Dilman Muradoğlu), İstanbul: YKY.

Benjamin W. (2012), Son Bakışta Aşk, (Derleyen: Nurdan Gürbilek), İstanbul: YKY.

Taussig M. (2013), Walter Benjamin’in Mezarı, (Çev. Burç İdem Dinçel), İstanbul: YKY.

Witte, B. (2002), Walter Benjamin, (Çev. Mustafa Tüzel), İstanbul: YKY.