Rita ENDER – [email protected]
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Moda Sevgilim- Yeniden” isimli kitabının önsözünde şöyle söylüyor İzel Rozental:
“Bir semt monografisi yazmadım; ‘ aşık olduğum’ bir semti duyumsadığım şekliyle kaleme aldım.”
Kalemine çizgilerinden de aşina olduğumuz karikatürist İzel Rozental ile, Moda ve Modalı Yahudiler üzerine söyleştik…
Bu kitabı neden yeniden yazdınız?
Bu kitap bana, 2010 yılında sipariş olarak gelmişti. İstanbul UNESCO’nun kültür başkentlerinden biriydi ve böyle bir proje yapılıyordu: “40 semt, 40 yazar”. Yazarların 40 yıl yazdıkları semtte yaşamış olması şartı aranıyordu. 40 semti buldular fakat yazarları bulmakta zorluk çektiler. Moda’da, Modalı çok yazar olmasına rağmen kimse bu işe girmek istemedi. “Moda çok yazıldı”, “Moda şöyle”, “Moda böyle”… Son anda bana geldiler. Karikatürle ilgilenen araştırmacı bir arkadaşım beni önermiş. “İzel ara sıra yazar, bir kaç kitabı var ona sorun” demiş, geldiler sordular. Ben dedim ki; “Benimle ne alaka? Ben karikatürünü yapayım. İnsanları yazayım ama Moda’yı yazmak…” dedim. O zaman Heyamola’nın yayın yönetmeni Ömer Asan’dı. “Tamam” dedi, ”sen ne istiyorsan onu yap” ve bana 45 gün süre vardı. Çok tanımlanmış bir işti; 180 sayfa, bilmem kaç vuruş… Bir de fotoğrafçı verdiler, o da Bakırköylüydü. Moda’yı hiç bilmiyordu. Ve ben bildiğimi okudum. Duyduğum öyküleri kurgulayarak yazdım. Fakat işin sonuna doğru şişirmeye başladı. Süre sınırlıydı, yetiştirmem lazım, fotoğrafçı arkadaş başına buyruk vs. Sonuçta kitabın 1. baskısı öyle böyle çıktı ve 40 kitap arasında başa koşan kitap oldu. Fakat ben kitabı bir aldım baktım ki muazzam hatalar var. Aceleye geldi, tashih de yapılmamış. İnanılmaz hatalar var, dahası birkaç paragraf atılmış, bazı paragraflar tekrar edilmiş! Beynimden aşağı kaynar sular döküldü. 4000 basmıştı, kısa sürede tükendi. İkinci baskıyı yapacağız dediler, müdahale ettim. Görebildiğim ve bazı arkadaşlarımın uyarısıyla fark ettiğim hataları düzelttim ve ikinci kere basıldı. Fakat yine mutlu olmadım.
Neden?
Hani her kitap yazarı için bir çocuktur ya… Benim karikatür albümlerim, daha önce yazdığım başka kitaplar var. Her biri ilk çıktığında yeni bir çocuğum olmuş gibi hissediyorum. Doğurmuşum gibi hissediyorum. Bu kitapta onu yaşamadım. Oysa yazarken çok keyif almıştım… Yayınevinin 5 sene telif hakkı vardı, bekledim. Arada doldum; söyleşilere katıldım, panellere gittim, konferanslar verdim. Moda hakkında bir sürü ahkâm kestim. Tartışmalı toplantılar da oldu. Ve baktım ki ben Moda’yı artık eskisinden daha iyi biliyorum. Hadi dedim; bu işi tekrar yapayım. Bu arada Aykut Köksal -benim iyi dostum- Moda’nın fotoğraflarını çekti. O da Modalı idi, artık değil. Kitabın ilk halini o da eleştirmişti ve demişti ki; “ne olur bir daha bunu yayınlayacaksan, fotoğrafları ben çekeyim.” “Çek” dedim. Seyhun Binzet kartpostal koleksiyoneri, ondan da Moda kartpostalları istedim. Kırmadı beni, verdi. Ve kitap daha zenginleşti. Daha önce es geçtiğim, düşünmediğim şeyleri de yazdım. Mesela karikatürist Cem. Modalı bir karikatürist. Bana kalırsa Türkiye’nin aslında; hem Osmanlı dönemi hem de genç Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli karikatürcüsü. Karikatürcülük ne kaliteler gerektiriyorsa hepsine sahip: Eleştiri –Atatürk’ü bile eleştirmiş-, yalakalık yapmamak, mizah… Evi Moda’da olan böyle bir adamı ben kitabıma almamışım?! Ağzımda eksik tat vardı, yeniden yazarak bunu tamamlamışım gibi düşünüyorum.
Kitabın içinde yer alan Yahudilerin hikâyeleri açısından da bu durum geçerli mi? Onların hikâyelerini de yeniden ele aldınız mı?
Yok. Önceki kitapta da, Rozet Matalon, Hanri Matalon, Daryo vardı. Hatta onların öykülerini biraz da kısalttım. Berken Döner var, Alevi-Kürt karışımı bir Modalı. Onun öyküsü bana çok ilginç geldi. Kendi de ilginç biri. Çok genç. Modalı Rumlarla – burada artık çok azlar gerçi ama- ve Ermenilerle olan ilişkisi ve bununla ilgili naklettikleri çok enteresandı, kitaba almadan edemezdim. Ona özel bir bölüm ayırdım.
Modalı Ermeniler ve Modalı Rumlar ile ilişki kuran Berken Hanım, Modalı Yahudilere de temas etmiş mi?
Hayır. Anlatılarında Yahudi hiç yok. Şalom’a yazı yazıyor, ben kendisini oradan buldum. Tanıdığı Yahudiler Şalom’daki birkaç kişiden ve şimdi benden ibaret. Halbuki Moda’da çok Yahudi yaşıyor. Fazla ortalıkta mı değiller acaba? Bilmiyorum. Belki biraz daha Moda’ya entegre olmuşlar. “Asimile” olmuşlar demiyorum, “entegre” diyorum.
Nasıl bir süreçle gerçeklemiş bu entegrasyon?
Süreç Kuzguncuk’tan başlamış. Yeldeğirmeni’nde nefes alınmış ve sonra Moda’ya gelinmiş.
Kitapta şöyle diyorsunuz: “Moda’ya pek çok Yahudi ailesi 1950lerde Kadıköy Yeldeğirmeni semtinden taşınmışlardı.”
Evet, pek çok aile oradan geliyor. Yeldeğirmeni’ne gelmeleri de bir macera zaten… Kuzguncuk’taki büyük yangından sonra geliyorlar. II. Abdülhamit Haydarpaşa Sinagogu’nu yapmaları için onlara izin veriyor. Orada Ermeni ve Rum cemaatleriyle tartışmalar yaşıyorlar. Bütün bunlar yaşanmış ve sonra Moda’ya gelinmiş. Fakat gelenler çok sayıda değiller. Tamamen sosyal katmanlarla ilgili bu durum. Ekonomik yani, sınıf atlamak gibi. Kalanlar kalmış, sınıf atlayanlar gelmiş. Moda’da zaten öyle bir hava var. İngilizlerden, yabancılardan gelen bir kök var.
Dindar olan Yahudiler için de çok iyi bir seçenek değil Moda, semtte bir sinagog yok…
Eskiden Haydarpaşa Sinagogu’na gidilirdi. Yürüme mesafesi ne de olsa. Fakat bildiğim kadarıyla Yeldeğirmeni’ndeki cemaat de çok azaldı. Haydarpaşa Sinagogu bazı özel törenler dışında artık hizmet vermiyor, Caddebostan’a gitmek gerekiyor. Aslında benim gibi Modalılar için, bu trafikte taa Caddebostan’a gitmektense; vapura binip Aşkenaz Sinagogu’na gitmek daha kolay. En son Mario Levi Yeldeğirmeni’ndeydi fakat o da Moda’ya gelmiş. “Atölyem orada hala” dedi. Yeldeğirmeni’nde Salamon Terzi vardı; Salamon Seviş. Ben “Süpermen Salamon” diyordum ona. Salamon başlı başına kitabı yazılacak bir insandı. Onun iyilikseverliği, çevreye verdiği destekler, ayırım gözetmeksizin herkesin yardımına koşardı. Mezarlığa o bakıyordu, sinagogda şammazlık yapardı. Minyan mı eksik, sinagoga adam bulurdu. Hazandı çok güzel okurdu, aynı zamanda hafızdı, camiye giderdi orada da okurdu. Elektrik idaresinde derdin mi var, ona giderdin, çözerdi. O zamanlar telefon hattı bulmak çok zordu, büyük paralar istenirdi. İmkânlar sınırlı, yıllarca bir telefon hattı sahibi olmak için beklerdin. Salamon’a gider bunu anlatırdın, hiçbir bedel istemeksizin yardımcı olurdu. Karşılığında herhangi bir şey için o da senden yardım isterdi. Ben mesela ondan yardım istedim, yardım etti, sonra bana dedi ki; “Ben sana yardım ettim. Şimdi sen de edeceksin, mesela seni Cumartesi sabahı minyan eksikse çağıracağım, sen de mırın kırın etmeden geleceksin.” Çok enteresan bir insandı. Vefat ettiğinde Şalom’a ( Şalom Gazetesi ) onu çizdim.
Moda’nın da böyle bir Süperman Salamon’u var mıydı?
Moda’nın Salamon’u Daryo idi. Onun öyküsünü yazdım. Muazzam iyiliksever bir insandı. Karşısındaki muhatabı kim olursa olsun can dostuydu. Çöpçü ile Mercedes ile gezen kalantor Bey’in onun için farkı yoktu. Herkes arkadaştı, herkes dosttu. İçmeyi severdi. Moda’da içki kültürü de varmış. Ben o dönemi görmedim ama Moda Caddesi’nin üzerinde meyhaneler varmış, küçük küçük meyhaneler. Herkesin kendi meyhanesi varmış. İş çıkışı meyhanelerde buluşulur, sohbet edip öyle evlere giderlermiş. İrlandaların pubu gibi. Bu tabii aslında Moda’daki Rum kültürü… Yabancıların varlığı…
Bir zamanlar sizin de öğrencisi olduğunuz ve kitabınızda da yer alan Saint Joseph Lisesi, Moda’yı nasıl etkilemiş?
Fransızlar buraya çok önce gelmişler. Notre Dame de Sion da buradaymış, şimdiki Kız Meslek Lisesi’nin yerinde. Kiliseleri burada. Burada yaşamışlar. Buraya yerleşmişler. Frèreler… Saint Joseph arazisi denize kadar gider. Adamlar müstemleke kurmuşlar resmen fakat onlar 19. yüzyılın ortalarında burada bir tehlike olarak görülmüyorlar. Farklı bir gözle bakılmış onlara ve bu sayede Saint Joseph ve çevresi Moda’ya çok şey getirmiş. Fransızca kitaplar, Fransızca müzik… Fransızca buradaki Ermeni ve Rum nüfusuna da yayılmış. Sonradan gelen Yahudiler de çok çabuk entegre olmuşlar.
Bu saydığınız insanları çok yakından ilgilendiren Varlık Vergisi’nin meşhur uygulamacılarından biri olan Cahit Kayra da Modalı…
Evet. 100 yaşında. Cahit Bey, sanırım Moda’daki Tarihçi Kitapevi’ne danışmanlık yapıyor. Orada bir iki söyleşiye gittim. Lizi Behmoaras’ınkine de gittim ve baktım ki gerçekten milliyetçilik çizgisini aşan çirkin sorular var. Çok hoşuma gitmedi. Cahit Bey de bu soruları soran takıma yakın. Hala yazıyor ve bence artık hemen herkesçe kabul gören bir hatayı kabullenmek yerine, kendini hala haklı çıkarmaya çalışıyor. Böyle karakterler vardır. Bu yaşına geldi ama der ki; “ben gidicem ama arkamdan konuşulmasın, ben en doğrusunu yaptım.” “Bugün yaşıyorsak Varlık Vergisi sayesindedir.” Var mı böyle bir şey?! Varlık Vergisi’nin uygulamasında Cahit Bey’in imzası var ama daha kötüsü, hala o imzayı savunuyor olması. Ve o da Modalı. Kitaptaki bazı öykülerde Varlık Vergisi geçiyor, ama Cahit Bey yok.
Peki, “Moda Sevgilim – Yeniden”i yeniden yazacak olsanız ne eklersiniz?
Veya ne çıkartırım? Şayet bir daha yazacaksam bir iki kişiye daha yer veririm. Sonra, kitap bu formatta olmaz, bir coffee table formatında yaparım. Yenilere yer açmak için öyküleri biraz kısaltırım. Moda Kadınlar Plajı ya da Hamamı daha fazla ilgi hak ediyor, çok hikâye var orada, ona dikkat çekerim. Fakat sanırım bir daha Moda’yı yeni baştan yazmam.
Rita ENDER – [email protected]
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Moda Sevgilim- Yeniden” isimli kitabının önsözünde şöyle söylüyor İzel Rozental:
“Bir semt monografisi yazmadım; ‘ aşık olduğum’ bir semti duyumsadığım şekliyle kaleme aldım.”
Kalemine çizgilerinden de aşina olduğumuz karikatürist İzel Rozental ile, Moda ve Modalı Yahudiler üzerine söyleştik…
Bu kitabı neden yeniden yazdınız?
Bu kitap bana, 2010 yılında sipariş olarak gelmişti. İstanbul UNESCO’nun kültür başkentlerinden biriydi ve böyle bir proje yapılıyordu: “40 semt, 40 yazar”. Yazarların 40 yıl yazdıkları semtte yaşamış olması şartı aranıyordu. 40 semti buldular fakat yazarları bulmakta zorluk çektiler. Moda’da, Modalı çok yazar olmasına rağmen kimse bu işe girmek istemedi. “Moda çok yazıldı”, “Moda şöyle”, “Moda böyle”… Son anda bana geldiler. Karikatürle ilgilenen araştırmacı bir arkadaşım beni önermiş. “İzel ara sıra yazar, bir kaç kitabı var ona sorun” demiş, geldiler sordular. Ben dedim ki; “Benimle ne alaka? Ben karikatürünü yapayım. İnsanları yazayım ama Moda’yı yazmak…” dedim. O zaman Heyamola’nın yayın yönetmeni Ömer Asan’dı. “Tamam” dedi, ”sen ne istiyorsan onu yap” ve bana 45 gün süre vardı. Çok tanımlanmış bir işti; 180 sayfa, bilmem kaç vuruş… Bir de fotoğrafçı verdiler, o da Bakırköylüydü. Moda’yı hiç bilmiyordu. Ve ben bildiğimi okudum. Duyduğum öyküleri kurgulayarak yazdım. Fakat işin sonuna doğru şişirmeye başladı. Süre sınırlıydı, yetiştirmem lazım, fotoğrafçı arkadaş başına buyruk vs. Sonuçta kitabın 1. baskısı öyle böyle çıktı ve 40 kitap arasında başa koşan kitap oldu. Fakat ben kitabı bir aldım baktım ki muazzam hatalar var. Aceleye geldi, tashih de yapılmamış. İnanılmaz hatalar var, dahası birkaç paragraf atılmış, bazı paragraflar tekrar edilmiş! Beynimden aşağı kaynar sular döküldü. 4000 basmıştı, kısa sürede tükendi. İkinci baskıyı yapacağız dediler, müdahale ettim. Görebildiğim ve bazı arkadaşlarımın uyarısıyla fark ettiğim hataları düzelttim ve ikinci kere basıldı. Fakat yine mutlu olmadım.
Neden?
Hani her kitap yazarı için bir çocuktur ya… Benim karikatür albümlerim, daha önce yazdığım başka kitaplar var. Her biri ilk çıktığında yeni bir çocuğum olmuş gibi hissediyorum. Doğurmuşum gibi hissediyorum. Bu kitapta onu yaşamadım. Oysa yazarken çok keyif almıştım… Yayınevinin 5 sene telif hakkı vardı, bekledim. Arada doldum; söyleşilere katıldım, panellere gittim, konferanslar verdim. Moda hakkında bir sürü ahkâm kestim. Tartışmalı toplantılar da oldu. Ve baktım ki ben Moda’yı artık eskisinden daha iyi biliyorum. Hadi dedim; bu işi tekrar yapayım. Bu arada Aykut Köksal -benim iyi dostum- Moda’nın fotoğraflarını çekti. O da Modalı idi, artık değil. Kitabın ilk halini o da eleştirmişti ve demişti ki; “ne olur bir daha bunu yayınlayacaksan, fotoğrafları ben çekeyim.” “Çek” dedim. Seyhun Binzet kartpostal koleksiyoneri, ondan da Moda kartpostalları istedim. Kırmadı beni, verdi. Ve kitap daha zenginleşti. Daha önce es geçtiğim, düşünmediğim şeyleri de yazdım. Mesela karikatürist Cem. Modalı bir karikatürist. Bana kalırsa Türkiye’nin aslında; hem Osmanlı dönemi hem de genç Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli karikatürcüsü. Karikatürcülük ne kaliteler gerektiriyorsa hepsine sahip: Eleştiri –Atatürk’ü bile eleştirmiş-, yalakalık yapmamak, mizah… Evi Moda’da olan böyle bir adamı ben kitabıma almamışım?! Ağzımda eksik tat vardı, yeniden yazarak bunu tamamlamışım gibi düşünüyorum.
Kitabın içinde yer alan Yahudilerin hikâyeleri açısından da bu durum geçerli mi? Onların hikâyelerini de yeniden ele aldınız mı?
Yok. Önceki kitapta da, Rozet Matalon, Hanri Matalon, Daryo vardı. Hatta onların öykülerini biraz da kısalttım. Berken Döner var, Alevi-Kürt karışımı bir Modalı. Onun öyküsü bana çok ilginç geldi. Kendi de ilginç biri. Çok genç. Modalı Rumlarla – burada artık çok azlar gerçi ama- ve Ermenilerle olan ilişkisi ve bununla ilgili naklettikleri çok enteresandı, kitaba almadan edemezdim. Ona özel bir bölüm ayırdım.
Modalı Ermeniler ve Modalı Rumlar ile ilişki kuran Berken Hanım, Modalı Yahudilere de temas etmiş mi?
Hayır. Anlatılarında Yahudi hiç yok. Şalom’a yazı yazıyor, ben kendisini oradan buldum. Tanıdığı Yahudiler Şalom’daki birkaç kişiden ve şimdi benden ibaret. Halbuki Moda’da çok Yahudi yaşıyor. Fazla ortalıkta mı değiller acaba? Bilmiyorum. Belki biraz daha Moda’ya entegre olmuşlar. “Asimile” olmuşlar demiyorum, “entegre” diyorum.
Nasıl bir süreçle gerçeklemiş bu entegrasyon?
Süreç Kuzguncuk’tan başlamış. Yeldeğirmeni’nde nefes alınmış ve sonra Moda’ya gelinmiş.
Kitapta şöyle diyorsunuz: “Moda’ya pek çok Yahudi ailesi 1950lerde Kadıköy Yeldeğirmeni semtinden taşınmışlardı.”
Evet, pek çok aile oradan geliyor. Yeldeğirmeni’ne gelmeleri de bir macera zaten… Kuzguncuk’taki büyük yangından sonra geliyorlar. II. Abdülhamit Haydarpaşa Sinagogu’nu yapmaları için onlara izin veriyor. Orada Ermeni ve Rum cemaatleriyle tartışmalar yaşıyorlar. Bütün bunlar yaşanmış ve sonra Moda’ya gelinmiş. Fakat gelenler çok sayıda değiller. Tamamen sosyal katmanlarla ilgili bu durum. Ekonomik yani, sınıf atlamak gibi. Kalanlar kalmış, sınıf atlayanlar gelmiş. Moda’da zaten öyle bir hava var. İngilizlerden, yabancılardan gelen bir kök var.
Dindar olan Yahudiler için de çok iyi bir seçenek değil Moda, semtte bir sinagog yok…
Eskiden Haydarpaşa Sinagogu’na gidilirdi. Yürüme mesafesi ne de olsa. Fakat bildiğim kadarıyla Yeldeğirmeni’ndeki cemaat de çok azaldı. Haydarpaşa Sinagogu bazı özel törenler dışında artık hizmet vermiyor, Caddebostan’a gitmek gerekiyor. Aslında benim gibi Modalılar için, bu trafikte taa Caddebostan’a gitmektense; vapura binip Aşkenaz Sinagogu’na gitmek daha kolay. En son Mario Levi Yeldeğirmeni’ndeydi fakat o da Moda’ya gelmiş. “Atölyem orada hala” dedi. Yeldeğirmeni’nde Salamon Terzi vardı; Salamon Seviş. Ben “Süpermen Salamon” diyordum ona. Salamon başlı başına kitabı yazılacak bir insandı. Onun iyilikseverliği, çevreye verdiği destekler, ayırım gözetmeksizin herkesin yardımına koşardı. Mezarlığa o bakıyordu, sinagogda şammazlık yapardı. Minyan mı eksik, sinagoga adam bulurdu. Hazandı çok güzel okurdu, aynı zamanda hafızdı, camiye giderdi orada da okurdu. Elektrik idaresinde derdin mi var, ona giderdin, çözerdi. O zamanlar telefon hattı bulmak çok zordu, büyük paralar istenirdi. İmkânlar sınırlı, yıllarca bir telefon hattı sahibi olmak için beklerdin. Salamon’a gider bunu anlatırdın, hiçbir bedel istemeksizin yardımcı olurdu. Karşılığında herhangi bir şey için o da senden yardım isterdi. Ben mesela ondan yardım istedim, yardım etti, sonra bana dedi ki; “Ben sana yardım ettim. Şimdi sen de edeceksin, mesela seni Cumartesi sabahı minyan eksikse çağıracağım, sen de mırın kırın etmeden geleceksin.” Çok enteresan bir insandı. Vefat ettiğinde Şalom’a ( Şalom Gazetesi ) onu çizdim.
Moda’nın da böyle bir Süperman Salamon’u var mıydı?
Moda’nın Salamon’u Daryo idi. Onun öyküsünü yazdım. Muazzam iyiliksever bir insandı. Karşısındaki muhatabı kim olursa olsun can dostuydu. Çöpçü ile Mercedes ile gezen kalantor Bey’in onun için farkı yoktu. Herkes arkadaştı, herkes dosttu. İçmeyi severdi. Moda’da içki kültürü de varmış. Ben o dönemi görmedim ama Moda Caddesi’nin üzerinde meyhaneler varmış, küçük küçük meyhaneler. Herkesin kendi meyhanesi varmış. İş çıkışı meyhanelerde buluşulur, sohbet edip öyle evlere giderlermiş. İrlandaların pubu gibi. Bu tabii aslında Moda’daki Rum kültürü… Yabancıların varlığı…
Bir zamanlar sizin de öğrencisi olduğunuz ve kitabınızda da yer alan Saint Joseph Lisesi, Moda’yı nasıl etkilemiş?
Fransızlar buraya çok önce gelmişler. Notre Dame de Sion da buradaymış, şimdiki Kız Meslek Lisesi’nin yerinde. Kiliseleri burada. Burada yaşamışlar. Buraya yerleşmişler. Frèreler… Saint Joseph arazisi denize kadar gider. Adamlar müstemleke kurmuşlar resmen fakat onlar 19. yüzyılın ortalarında burada bir tehlike olarak görülmüyorlar. Farklı bir gözle bakılmış onlara ve bu sayede Saint Joseph ve çevresi Moda’ya çok şey getirmiş. Fransızca kitaplar, Fransızca müzik… Fransızca buradaki Ermeni ve Rum nüfusuna da yayılmış. Sonradan gelen Yahudiler de çok çabuk entegre olmuşlar.
Bu saydığınız insanları çok yakından ilgilendiren Varlık Vergisi’nin meşhur uygulamacılarından biri olan Cahit Kayra da Modalı…
Evet. 100 yaşında. Cahit Bey, sanırım Moda’daki Tarihçi Kitapevi’ne danışmanlık yapıyor. Orada bir iki söyleşiye gittim. Lizi Behmoaras’ınkine de gittim ve baktım ki gerçekten milliyetçilik çizgisini aşan çirkin sorular var. Çok hoşuma gitmedi. Cahit Bey de bu soruları soran takıma yakın. Hala yazıyor ve bence artık hemen herkesçe kabul gören bir hatayı kabullenmek yerine, kendini hala haklı çıkarmaya çalışıyor. Böyle karakterler vardır. Bu yaşına geldi ama der ki; “ben gidicem ama arkamdan konuşulmasın, ben en doğrusunu yaptım.” “Bugün yaşıyorsak Varlık Vergisi sayesindedir.” Var mı böyle bir şey?! Varlık Vergisi’nin uygulamasında Cahit Bey’in imzası var ama daha kötüsü, hala o imzayı savunuyor olması. Ve o da Modalı. Kitaptaki bazı öykülerde Varlık Vergisi geçiyor, ama Cahit Bey yok.
Peki, “Moda Sevgilim – Yeniden”i yeniden yazacak olsanız ne eklersiniz?
Veya ne çıkartırım? Şayet bir daha yazacaksam bir iki kişiye daha yer veririm. Sonra, kitap bu formatta olmaz, bir coffee table formatında yaparım. Yenilere yer açmak için öyküleri biraz kısaltırım. Moda Kadınlar Plajı ya da Hamamı daha fazla ilgi hak ediyor, çok hikâye var orada, ona dikkat çekerim. Fakat sanırım bir daha Moda’yı yeni baştan yazmam.
Paylaş: