Arşiv Haberler

Elie Wiesel’in 10 Aralık 1986’da Nobel Barış Ödülü’nü alırken yaptığı kabul Konuşması

920x920

Kaynak: nobelprize.org

Çeviren: Betsy Penso

Bana bu şerefi bahşedişinizi içten bir alçak gönüllülük ile kabul ediyorum. Biliyorum, seçiminiz beni üstün kılmakta. Bu beni hem korkutuyor, hem memnun ediyor.

Beni korkutuyor, çünkü merak ediyorum: Yok olmuş kalabalıkları temsil etmeye hakkım var mı? Onların adına bu büyük şerefi kabul etmeye hakkım var mı? Hayır, yok. Bu haddini bilmezlik olurdu. Hiç kimse ölüler adına konuşamaz, hiç kimse onların tanınamaz hale getirilmiş hayallerini tabir edemez.

Beni memnun ediyor, çünkü diyebilirim ki bu şeref tüm Holokost kurtulanlarına ve çocuklarına ve bizim aracılığımızla kendimi her zaman kaderi ile tanımladığım tüm Yahudi halkına ait.

Hatırlıyorum: Dün veya sonsuzluk kadar önceydi. Genç bir Yahudi çocuk, karanlığın krallığını keşfetmişti. Onun şaşkınlığını, ıstırabını hatırlıyorum. Çok çabuk olup bitmişti. Getto, sürgün, mühürlenmiş sığır arabası. Halkımızın tarihinin ve insanoğlunun geleceğinin kurban edileceği ateşli sunak.

Hatırlıyorum, çocuk babasına sordu: “ Bu gerçek olabilir mi?” Yirminci yüzyıldayız, ortaçağda değiliz, bu tür suçların işlenmesine kim izin verebilir? Dünya nasıl sessiz kalabilir?

Ve şimdi çocuk bana dönüp, “Söyle bana” diye soruyor. “Benim geleceğime ne yaptın? Hayatına ne yaptın?”

Ve ona denediğimi söylüyorum, anısını yaşatmaya çalıştığımı, unutacaklara karşı mücadele ettiğimi söylüyorum. Çünkü eğer unutursak suçlu oluruz, suç ortakları oluruz.

Ve sonra ona ne kadar naif olduğumuzu, tüm dünyanın bildiğini ve sessiz kaldığını anlattım. Ve bu yüzden insanlar nerede ve ne zaman acı çekerse, aşağılanırsa asla sessiz kalmayacağıma yemin ettim. Her zaman taraf tutmalıyız. Tarafsızlık, hep zulüm edene yardımcı olur, asla zulüm görene değil. Sessizlik işkence edene cesaret verir, asla işkence görene değil. Bazen müdahale etmeliyiz. İnsan hayatı tehlike altında olduğunda, insan haysiyeti risk altında olduğunda ulusal sınırlar ve hassasiyetler önemsizleşir. Erkek ve kadın, her nerede ırkı, dini veya siyasi görüşü nedeniyle zulme uğruyorsa, orası -o anda- evrenin merkezi haline gelmelidir.

Elbette, kalbimin derinliklerinden halkımın anı ve geleneklerine köklenmiş bir Yahudi olduğum için benim ilk tepkim Yahudi korkularına, Yahudi ihtiyaçlarına ve Yahudi krizlerinedir. Halkımın terk edilmişliğini ve yalnızlığını deneyimlemiş, travma geçirmiş bir neslin mensubuyum. İsrail, Sovyet Yahudileri, Arap ülkelerindeki Yahudiler gibi Yahudi önceliklerine yer vermemek doğaya aykırı olurdu. Ancak en az bunlar kadar önemli diğerleri de var. Irk ayrımı bence en az antisemitizm kadar tiksindiricidir. Benim için Andrei Sakharov’un tecridi, Josef Biegun’un mahpusluğu kadar rezildir. Dayanışma’nın inkarı ve lideri Lech Walesa’nın muhalif olma hakkı da, Nelson Mandela’nın bitmeyen mahpusluğu da.

Dikkatimizden kaçan çok fazla haksızlık ve acı var. Açlık, ırkçılık kurbanları ve politik işkence, yazarlar, şairler, sağ ve sol tarafından hükmedilen topraklarda bulunan çok sayıdaki tutsak. Tüm kıtalarda insan hakları ihlal edilmekte. Baskı görenlerin sayısı, özgürlerden daha fazla. Ve sonra tabii ki kötü durumlarına duyarlı olduğum ancak yöntemlerinden şikayetçi olduğum Filistinliler var. Şiddet ve terör çare değil. Yakın zamanda onların çektikleri acılarla ilgili bir şeyler yapmak gerekiyor. Yahudi halkına inancım olduğu için, İsrail’e güveniyorum. İsrail’e bir şans verilsin, bırakın nefret ve tehlike onun ufuklarından çekilsin, kutsal topraklarda ve çevresinde barış olsun.

Evet inancım var. Tanrı’ya inancım ve hatta onun yarattıklarına inancım var. Onsuz hiçbir eylem mümkün olamazdı. Eylem, tümü arasında en sinsi tehlike olan kayıtsızlığa karşı tek çaredir. Bu Alfred Nobel’in mirasının anlamı değil midir? Onun savaş korkusu savaşa karşı bir siper değil midir?

Yapılması gereken çok şey var, yapılabilecek çok şey var. Bir kişi, bir Raoul Wallenberg, bir Albert Schweitzer, namuslu bir insan fark yaratabilir. Hayat ve ölüm arasında bir fark. Karşıt görüşlü bir kişi hapiste oldukça bizim özgürlüğümüz doğru olmayacak. Bir çocuk aç oldukça bizim hayatlarımız ıstırap ve utançla dolu olacak. Tüm bu kurbanlar her şeyden önce yalnız olmadıklarını, onları unutmadığımızı, sesleri bastırıldığında kendimizinkini ödünç vereceğimizi, onların özgürlüğünün bizimkine ve bizim özgürlüğümüzün kalitesinin de onlarınkine bağlı olduğunu bilmeliler.

Senelerdir ne yaptığımı merak eden genç Yahudi çocuğa cevabım budur. Onun adına size konuşuyor ve en derinden şükranlarımı sunuyorum. Hiç kimse karanlığın krallığından kurtulmuş biri kadar şükranını ifade edemez. Biz her saniyenin lütuf, her saatin bir bağış olduğunu ve bunları paylaşmamanın ihanet etmek anlamına geldiğini biliyoruz. Hayatlarımız sadece bize ait değil, bize umutsuzca ihtiyaç duyan herkese ait. Teşekkürler Başkan Aarvik, teşekkürler Nobel Komitesi üyeleri. Bu müstesna fırsatta kurtuluşumuzun insanlık için bir anlamı olduğunu beyan ettiğiniz için teşekkürler Norveç halkı.

1 comment on “Elie Wiesel’in 10 Aralık 1986’da Nobel Barış Ödülü’nü alırken yaptığı kabul Konuşması

  1. […] eden yazar Elie Wiesel’in 1986 yılında Nobel Barış Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmadan bu sözler. ABD Holokost Anma Müzesi’nin, Myanmar’ın Nobel Barış ödüllü lideri Aung San […]

Comments are closed.