Elie Wiesel’in Uluslararası Holokost Kurtulanları Mirası Konferansı kapanış konuşması Yad Vashem, Nisan 2002
Kaynak: yadvashem.org
Çeviri: Henri Çiprut
Önümüzdeki yıllarda ziyaretçiler buraya Yad Vashem, Cemaatler Vadisindeki Emek HaBacha’ya (Gözyaşı Vadisi) gelecekler, halkımızın bu tahammül edilemez trajedisinde neler kaybettiğini hatırlayacaklar ve tıpkı dindar bir Yahudi’nin uzun zaman önce yitirdiğiniz tapınağımıza ağlaması gibi ağlayacaklar.
Ancak sonra dışarı çıktıklarında Kudüs’ün ihtişamı ile karışılacaklar ve gülümseyecekler. Şöyle düşünecekler: “ Kendimizi ve rüyamızı canlı tuttuğumuz gibi yaşatmayı başardığımız hatıralarımız ne kadar da gerçek! ” Hemen arkamda Shai Agnon’un doğum yeri olan Buczacz var. Shai Agnon Stockholm’deki törende Nobel ödülünü alırken harikulade bir şey söylemişti : “ Majesteleri bütün Yahudiler gibi ben de Kudüs’te doğdum, sonra Romalılar, gelip beşiğimi Buczacz’a götürdüler! ” Dünyada birçok müze var ancak kaynak burası. Uzun yıllar boyunca bir iki müzede çalıştım, ancak burada Kudüs’te doğruyu söylemeliyim: Burası Yahudi hatırasının kalbi ve ruhu.
Bir insan anıları ile ne yapar? Burada, onları başka yerlerde kullanamayacağımız kelimelerle anlatıyoruz. Tıpkı sadece burada Kudüs’te seslendirebildiğimiz dualarımız gibi. Taşlara bakın, bunlar tanıklıklar, tıpkı hayatlarımız gibi. Paul Celan Paris’te hayatına son vermeden önce sormuştu: “Tanığın tanıklığını kim yapacak?” Bir tek o değildi, intihar eden başka yazarlar da oldu. Özellikle de kelimelerinin önemsiz kaldığını hisseden yazarlar. Yazarların kelimelerden başka bir şeyleri yoktur ve bu trajedi için uygun bir kelime olmadığının farkına varırlar.
Sizler çok önemli bir konferans için bir araya geldiniz ve şimdiye kadar araştırılmamış anıların daha da derinlerine inmenin bir yolunu buldunuz. Bunu akıl ve tutku ile yaptınız. Bunun etkisini ise yıllar, on yıllar sonra göreceğiz. Hatıraların bu çok özel yerinde Yahudi trajedisini biricikliğinin saklandığı bu özel yerde kendi kendimize dürüst olmalı ve sormalıyız: “Acaba bu son buluşma mı olacak?” Bizim için son yok. Bir hayatta kalan olduğu sürece sonuncusu olmayacak.
Peki son hayatta kalan kim olacak, hikayeyi en son kim anlatacak, kim peygamber Yeremya’nın dediği gibi, “ Ben o’yum ve oradaydım” diyecek? Kim bizim tanığımız olacak? Mirasımıza ne olacak?
Bazılarımız için bu konferansın son günü, 11 Nisan 2002 çok önemli bir gün. 11 nisan 1945’te Buchenwald kurtarılmıştı. O günü hatırlıyorum. Biz Yahudi gençler, yetimler, bize verilen özgürlüğümüzle ne yapacağımızı bilememiştik. Bazılarımız bir minyan oluşturdu ve Kadiş duasını söyledik. Özgür Yahudiler olarak ilk Kadiş’imiz. O sırada Kadiş’in hiç bitmeyeceğini biz ölene kadar süreceğini düşünmüştüm. Bir şekilde haklı çıktım. Bu Kadiş, hala bizim aramızda, hatta bazen, tüm yazılarımla ne yaptığımı düşünürüm, gerçekten herhangi bir şey yapıyor muyum yoksa sadece Kadiş mi söylüyorum?
Bazen kendimizi çok bitkin ve ümitsiz hissederiz. Geçmiş için değil, bugün için de. Başka bir deyişle, birçok kişi tarafından geçmişimizin anısına neler yapıldığını görünce ümitsiz hissederiz. Profesyonel Holokost inkârcılarından bahsetmiyorum. Onlar bir tartışmanın onurunu hak etmiyorlar. Buraya gelerek, Filistinlilere, İsrail’in onlara yaptıklarının Almanların Yahudilere yaptığının aynısı olduğunu söyleme küstahlığında bulunan Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Saramago’dan bahsediyorum. Yazarlar yazmadan önce okumalılar. Ancak aynı zamanda, yeteneklerini kullanan insanlara, filim yapımcılarına ve tüm alanlardan trajedimizi değersizleştiren insanlara sesleniyorum: Trajedinin gerçekliği bazıları için kayboluyor.
Fakat tüm bunlar bir azınlığa mensuplar. Genel olarak, durumun görece iyi olduğunu söyleyebiliriz. Holokost hakkında daha önce hiç bu kadar etkinlik, bu kadar akademik konferans, kürsü, veya kitap olmamıştı. Tarihteki yeri artık sorgulanamaz. Çarpıtılabilir mi? Evet. Ancak Yad Vashem ve arşivleri öğretim üyelerine, öğrencilere açık oldukça yani Maşiyah gelene kadar, masum hataları ve kasti yanlış hükümleri düzeltecek sesler olacaktır. Onlar bizlerin mirasçıları tanıkları olacak, hatıralarımızın yani mirasımızın bekçileri olacak. Çünkü bir tanığı dinleyen, kendisi tanığa dönüşür.
Peki bizim mirasımız nedir? Önce hayatta kalanların ne yaşadıklarına bakalım. Bu en gayri insani koşullarda bile inşan kalabilme girişimiydi. Auschwitz’in içinde bile bu insanlar, cesaret, cömertlik ve şefkat gösterebildiler. Bir parça ekmek, iyi bir söz, Şabat’ta bir dua, veya bir gülümseme. Bütün bunlar bir diğer esire, dayanma gücü verebilen şeylerdi. Savaştan sonra kurtulanlar, nihilizmi, hedonizmi, şiddet içeren intikamı veya sadece aşırı bencilliği seçebilirlerdi. Dünyaya, “Size hiçbir şey borçlu değiliz, biz bedeli ödedik, şimdi hayatın keyfine varacağız, cehenneme kadar yolunuz var!” diyebilirlerdi. Bunu söylemek yerine, umut ve onuru vurgulamayı seçtiler. Birçok kurtulan İsrail’e geldiler ve birçok hayatın yıkıntılarının üzerine, onur, dürüstlük ve insanlığı kutsayan yeni bir devlet kurdular. İsrail ve halkı için insanların söyledikleri her şeye rağmen.
Mirasımızın kökleri Ahavat İsrael dedğimiz İsrail sevgisinde. Devlet olan ve halk olan İsrail. Kimse İsrail’i bir kurtulan gibi sevmez. Mirasımız, Kudüs’e ve Kudüs’te olup bitenlerin tüm Yahudileri, her nerede ister korku ister refah içinde yaşarlarsa yaşasınlar, etkilemesidir. Bir cemaat tehdit altındaysa bütün halk, gücünü birleştirmeli ve yardıma koşmalıdır. Bir kesim karalandığında ya da birisi aşağılandığında hepimiz sesimizi yükselterek itiraz etmeliyiz. Deneyimlerimizle, hiçbir Yahudi’nin kendini yalnız veya terkedilmiş hissetmemesi gerektiğini biliyoruz. Yalnız bir Yahudi, şüphenin tehlikesine maruz kalır. Birlikte tehlikelere, ne önemlisi kayıtsızlık tehlikesine karşı nasıl direneceğimizi biliyoruz. Bir Yahudi asla diğer Yahudilere kayıtsız kalmamalıdır. Bizler, İsrail sesimize ihtiyaç duyduğunda asla sessiz kalmamalıyız.
Bununla birlikte başka insanların acılarına da kayıtsız kalmamalıyız. Bu da bizim ahlaki mirasımızın bir parçası. İnsanlar adaletsizlik yüzünden acı çekiyorlarsa, toplumun veya kaderin kurbanları olmuşlarsa, kimlik belgelerine bakmadan onlara şefkat sunmalıyız. Başka bir deyişle kimsenin bizler için yapmadığını biz, onlar için yapmalıyız, aça yiyecek, evsize ev, çaresize yardım, umutsuza umut vermeliyiz.
Yaradılışın unuttuğu, hatta belki de Yaradan’ın terkettiği bizler, ikisine de inancımızı göstermeliyiz. Bu inanç bizden önce de vardı ve bizden sonra da devam edecek. Barakaların içinde karanlıkta ölüme giden tüm o yolları görmüş, düşman tarafından emredilen o çabalara tanık olmuş ve ölümle hükmedilmiş bizler, hala Yahudi geleneğine inancımızı bedenlerimizin her bir zerresi ile ifade ediyoruz. Hayat ile ilgili her şey, ne kadar zayıf ve savunmasız olursa olsun, hayatta. Sonunda, kamptan kurtulduktan sonra şu soru ile yüzleşmemiz gerekti : “Birisinin anıları ve acıları ile ne yapılır?” Bunları başkalarına acı vermek için silah gibi kullanabilirdik, ama yapmadık. İsrail, büyük başarımız, belki de bizim neslin en büyük başarısı değil midir?
Bugün ezeli barış arayışı ile kutsanan bu ülkede, hala korku var. Bu da bizim mirasımızın bir parçası. Maimonides bizim bütün halklar arasında, barış’ı aramamızı söylüyor. Kendi aralarında savaştıkları zamanlarda bile bir şekilde kurban bizler oluyoruz. Bu nedenle bugün dünyaya ve nesillere, tarihin kaydettiği en kanlı trajediden geriye kalanlardan, bizlerden öğrenmelerini söylüyoruz. Acının ve ölümün hatıraları, uyandırılabilir ve gelecekte tekrarını önlemek için uyandırılmalıdır. Düşmanın ahlaki boşluğu ile karşı karşıya kalmanın hatırasını taşıyan bizlere, etik konulara ve çatışmalara daha fazla hassasiyet gösterme görevi düşmektedir. Ölüme inananlara davaları için savaşmanın yolunun bu olmadığını söylemeliyiz.
Sevgili dostlarım, bugün dünyanın intihar saldırılarının tehlikesini anlayamamış olmasından ne kadar endişe ve ümitsizliğe kapıldığımı anlatmam mümkün değil. Onlara intihar katilleri diyorum ve anlayamıyorum Bu insanlar, ölümü bir inanç, tutku ve ideoloji haline getirmişler. Kendi tanrıları adına öldürdüklerini söylerken, tanrılarını bir katil yaptıklarını fark etmiyorlar ve dünya bunu görmeyi reddediyor. Dünya bizim tarihten öğrendiğimiz şeyi de görmeyi reddediyor. Bizim başımıza gelen herhangi bir şey genelde sadece başlangıçtır….
Bugün dünyada yanlış giden bir şeyler var, bunun anlamı, bizim henüz onların ders çıkaramadığı bir mirasımız olduğu. Midraş’ta anlatılır: Peygamber Eliyahu, elinde bir torba ile dünyada gezmekte ve Yahudilerin, acı hikâyelerini toplamaktadır. Maşiyah geldiğinde, bu torbadaki hikâyeler yeni Tora olacak ve Tanrı bizzat bunu öğrenecek ve öğretecektir. Eminim ki gece gündüz gelip ziyaret ettiği tek bir yer varsa o da burasıdır.
Elie Wiesel’in Uluslararası Holokost Kurtulanları Mirası Konferansı kapanış konuşması Yad Vashem, Nisan 2002
Kaynak: yadvashem.org
Çeviri: Henri Çiprut
Önümüzdeki yıllarda ziyaretçiler buraya Yad Vashem, Cemaatler Vadisindeki Emek HaBacha’ya (Gözyaşı Vadisi) gelecekler, halkımızın bu tahammül edilemez trajedisinde neler kaybettiğini hatırlayacaklar ve tıpkı dindar bir Yahudi’nin uzun zaman önce yitirdiğiniz tapınağımıza ağlaması gibi ağlayacaklar.
Ancak sonra dışarı çıktıklarında Kudüs’ün ihtişamı ile karışılacaklar ve gülümseyecekler. Şöyle düşünecekler: “ Kendimizi ve rüyamızı canlı tuttuğumuz gibi yaşatmayı başardığımız hatıralarımız ne kadar da gerçek! ” Hemen arkamda Shai Agnon’un doğum yeri olan Buczacz var. Shai Agnon Stockholm’deki törende Nobel ödülünü alırken harikulade bir şey söylemişti : “ Majesteleri bütün Yahudiler gibi ben de Kudüs’te doğdum, sonra Romalılar, gelip beşiğimi Buczacz’a götürdüler! ” Dünyada birçok müze var ancak kaynak burası. Uzun yıllar boyunca bir iki müzede çalıştım, ancak burada Kudüs’te doğruyu söylemeliyim: Burası Yahudi hatırasının kalbi ve ruhu.
Bir insan anıları ile ne yapar? Burada, onları başka yerlerde kullanamayacağımız kelimelerle anlatıyoruz. Tıpkı sadece burada Kudüs’te seslendirebildiğimiz dualarımız gibi. Taşlara bakın, bunlar tanıklıklar, tıpkı hayatlarımız gibi. Paul Celan Paris’te hayatına son vermeden önce sormuştu: “Tanığın tanıklığını kim yapacak?” Bir tek o değildi, intihar eden başka yazarlar da oldu. Özellikle de kelimelerinin önemsiz kaldığını hisseden yazarlar. Yazarların kelimelerden başka bir şeyleri yoktur ve bu trajedi için uygun bir kelime olmadığının farkına varırlar.
Sizler çok önemli bir konferans için bir araya geldiniz ve şimdiye kadar araştırılmamış anıların daha da derinlerine inmenin bir yolunu buldunuz. Bunu akıl ve tutku ile yaptınız. Bunun etkisini ise yıllar, on yıllar sonra göreceğiz. Hatıraların bu çok özel yerinde Yahudi trajedisini biricikliğinin saklandığı bu özel yerde kendi kendimize dürüst olmalı ve sormalıyız: “Acaba bu son buluşma mı olacak?” Bizim için son yok. Bir hayatta kalan olduğu sürece sonuncusu olmayacak.
Peki son hayatta kalan kim olacak, hikayeyi en son kim anlatacak, kim peygamber Yeremya’nın dediği gibi, “ Ben o’yum ve oradaydım” diyecek? Kim bizim tanığımız olacak? Mirasımıza ne olacak?
Bazılarımız için bu konferansın son günü, 11 Nisan 2002 çok önemli bir gün. 11 nisan 1945’te Buchenwald kurtarılmıştı. O günü hatırlıyorum. Biz Yahudi gençler, yetimler, bize verilen özgürlüğümüzle ne yapacağımızı bilememiştik. Bazılarımız bir minyan oluşturdu ve Kadiş duasını söyledik. Özgür Yahudiler olarak ilk Kadiş’imiz. O sırada Kadiş’in hiç bitmeyeceğini biz ölene kadar süreceğini düşünmüştüm. Bir şekilde haklı çıktım. Bu Kadiş, hala bizim aramızda, hatta bazen, tüm yazılarımla ne yaptığımı düşünürüm, gerçekten herhangi bir şey yapıyor muyum yoksa sadece Kadiş mi söylüyorum?
Bazen kendimizi çok bitkin ve ümitsiz hissederiz. Geçmiş için değil, bugün için de. Başka bir deyişle, birçok kişi tarafından geçmişimizin anısına neler yapıldığını görünce ümitsiz hissederiz. Profesyonel Holokost inkârcılarından bahsetmiyorum. Onlar bir tartışmanın onurunu hak etmiyorlar. Buraya gelerek, Filistinlilere, İsrail’in onlara yaptıklarının Almanların Yahudilere yaptığının aynısı olduğunu söyleme küstahlığında bulunan Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Saramago’dan bahsediyorum. Yazarlar yazmadan önce okumalılar. Ancak aynı zamanda, yeteneklerini kullanan insanlara, filim yapımcılarına ve tüm alanlardan trajedimizi değersizleştiren insanlara sesleniyorum: Trajedinin gerçekliği bazıları için kayboluyor.
Fakat tüm bunlar bir azınlığa mensuplar. Genel olarak, durumun görece iyi olduğunu söyleyebiliriz. Holokost hakkında daha önce hiç bu kadar etkinlik, bu kadar akademik konferans, kürsü, veya kitap olmamıştı. Tarihteki yeri artık sorgulanamaz. Çarpıtılabilir mi? Evet. Ancak Yad Vashem ve arşivleri öğretim üyelerine, öğrencilere açık oldukça yani Maşiyah gelene kadar, masum hataları ve kasti yanlış hükümleri düzeltecek sesler olacaktır. Onlar bizlerin mirasçıları tanıkları olacak, hatıralarımızın yani mirasımızın bekçileri olacak. Çünkü bir tanığı dinleyen, kendisi tanığa dönüşür.
Peki bizim mirasımız nedir? Önce hayatta kalanların ne yaşadıklarına bakalım. Bu en gayri insani koşullarda bile inşan kalabilme girişimiydi. Auschwitz’in içinde bile bu insanlar, cesaret, cömertlik ve şefkat gösterebildiler. Bir parça ekmek, iyi bir söz, Şabat’ta bir dua, veya bir gülümseme. Bütün bunlar bir diğer esire, dayanma gücü verebilen şeylerdi. Savaştan sonra kurtulanlar, nihilizmi, hedonizmi, şiddet içeren intikamı veya sadece aşırı bencilliği seçebilirlerdi. Dünyaya, “Size hiçbir şey borçlu değiliz, biz bedeli ödedik, şimdi hayatın keyfine varacağız, cehenneme kadar yolunuz var!” diyebilirlerdi. Bunu söylemek yerine, umut ve onuru vurgulamayı seçtiler. Birçok kurtulan İsrail’e geldiler ve birçok hayatın yıkıntılarının üzerine, onur, dürüstlük ve insanlığı kutsayan yeni bir devlet kurdular. İsrail ve halkı için insanların söyledikleri her şeye rağmen.
Mirasımızın kökleri Ahavat İsrael dedğimiz İsrail sevgisinde. Devlet olan ve halk olan İsrail. Kimse İsrail’i bir kurtulan gibi sevmez. Mirasımız, Kudüs’e ve Kudüs’te olup bitenlerin tüm Yahudileri, her nerede ister korku ister refah içinde yaşarlarsa yaşasınlar, etkilemesidir. Bir cemaat tehdit altındaysa bütün halk, gücünü birleştirmeli ve yardıma koşmalıdır. Bir kesim karalandığında ya da birisi aşağılandığında hepimiz sesimizi yükselterek itiraz etmeliyiz. Deneyimlerimizle, hiçbir Yahudi’nin kendini yalnız veya terkedilmiş hissetmemesi gerektiğini biliyoruz. Yalnız bir Yahudi, şüphenin tehlikesine maruz kalır. Birlikte tehlikelere, ne önemlisi kayıtsızlık tehlikesine karşı nasıl direneceğimizi biliyoruz. Bir Yahudi asla diğer Yahudilere kayıtsız kalmamalıdır. Bizler, İsrail sesimize ihtiyaç duyduğunda asla sessiz kalmamalıyız.
Bununla birlikte başka insanların acılarına da kayıtsız kalmamalıyız. Bu da bizim ahlaki mirasımızın bir parçası. İnsanlar adaletsizlik yüzünden acı çekiyorlarsa, toplumun veya kaderin kurbanları olmuşlarsa, kimlik belgelerine bakmadan onlara şefkat sunmalıyız. Başka bir deyişle kimsenin bizler için yapmadığını biz, onlar için yapmalıyız, aça yiyecek, evsize ev, çaresize yardım, umutsuza umut vermeliyiz.
Yaradılışın unuttuğu, hatta belki de Yaradan’ın terkettiği bizler, ikisine de inancımızı göstermeliyiz. Bu inanç bizden önce de vardı ve bizden sonra da devam edecek. Barakaların içinde karanlıkta ölüme giden tüm o yolları görmüş, düşman tarafından emredilen o çabalara tanık olmuş ve ölümle hükmedilmiş bizler, hala Yahudi geleneğine inancımızı bedenlerimizin her bir zerresi ile ifade ediyoruz. Hayat ile ilgili her şey, ne kadar zayıf ve savunmasız olursa olsun, hayatta. Sonunda, kamptan kurtulduktan sonra şu soru ile yüzleşmemiz gerekti : “Birisinin anıları ve acıları ile ne yapılır?” Bunları başkalarına acı vermek için silah gibi kullanabilirdik, ama yapmadık. İsrail, büyük başarımız, belki de bizim neslin en büyük başarısı değil midir?
Bugün ezeli barış arayışı ile kutsanan bu ülkede, hala korku var. Bu da bizim mirasımızın bir parçası. Maimonides bizim bütün halklar arasında, barış’ı aramamızı söylüyor. Kendi aralarında savaştıkları zamanlarda bile bir şekilde kurban bizler oluyoruz. Bu nedenle bugün dünyaya ve nesillere, tarihin kaydettiği en kanlı trajediden geriye kalanlardan, bizlerden öğrenmelerini söylüyoruz. Acının ve ölümün hatıraları, uyandırılabilir ve gelecekte tekrarını önlemek için uyandırılmalıdır. Düşmanın ahlaki boşluğu ile karşı karşıya kalmanın hatırasını taşıyan bizlere, etik konulara ve çatışmalara daha fazla hassasiyet gösterme görevi düşmektedir. Ölüme inananlara davaları için savaşmanın yolunun bu olmadığını söylemeliyiz.
Sevgili dostlarım, bugün dünyanın intihar saldırılarının tehlikesini anlayamamış olmasından ne kadar endişe ve ümitsizliğe kapıldığımı anlatmam mümkün değil. Onlara intihar katilleri diyorum ve anlayamıyorum Bu insanlar, ölümü bir inanç, tutku ve ideoloji haline getirmişler. Kendi tanrıları adına öldürdüklerini söylerken, tanrılarını bir katil yaptıklarını fark etmiyorlar ve dünya bunu görmeyi reddediyor. Dünya bizim tarihten öğrendiğimiz şeyi de görmeyi reddediyor. Bizim başımıza gelen herhangi bir şey genelde sadece başlangıçtır….
Bugün dünyada yanlış giden bir şeyler var, bunun anlamı, bizim henüz onların ders çıkaramadığı bir mirasımız olduğu. Midraş’ta anlatılır: Peygamber Eliyahu, elinde bir torba ile dünyada gezmekte ve Yahudilerin, acı hikâyelerini toplamaktadır. Maşiyah geldiğinde, bu torbadaki hikâyeler yeni Tora olacak ve Tanrı bizzat bunu öğrenecek ve öğretecektir. Eminim ki gece gündüz gelip ziyaret ettiği tek bir yer varsa o da burasıdır.
Paylaş: