Yahudilerin özellikleri ve bu özelliklerin nereden geldiğiyle ilgili iki alıntı sunmak istiyorum dikkatinize.
Birincisi şöyle:
“Yahudi’nin bir özelliği var, genlerine işlemiş: İyi yaşam, yüksek standart, iyi eğitim. Eğitim de standardı yükseltiyor. Diasporada Yahudiler ön planda, çünkü çok çalışıyorlar ve hayata bağlılar. Bu tabii maddî imkânları da beraberinde getiriyor. Türkiye’deki Yahudiler de, doğru, atalarından aldıkları genlerle daha çok çalışıp, daha iyi yaşamak, daha başarılı olmak istediler. Kısmen de başarılı oldular.”
Diğeri de şu:
“Yahudi, ilk hiyanetini kendi Peygamberine ve daha nice Peygamberlere gösterdikten sonra, bu hiyanet ruhunu dölleştirmiş, asırlar boyunca bu dölü geliştirmiş, örnekleştirmiş, nihayet ondan ibaret kalmış… Follukta yumurta gibi daima yerini muhafaza eden bu ruh vâhidi etrafında da, Yahudi, renk renk ve çizgi çizgi, kavim hususiyetleriyle üreyip gitmektedir.”
Bu görüşlerden birincisine göre, Yahudilerin genlerinden gelen özelliklerin bazıları, “iyi yaşam, yüksek standart, iyi eğitim” ve “daha çok çalışıp, daha iyi yaşamak, daha başarılı olmak isteği”.
İkincisi görüş ise biraz daha sevimsiz. Buna göre, Yahudilerin döllerinden gelen kavim hususiyeti (yani ırksal özellik), “hiyanet ruhu.” Üstelik o kadar temel bir özellik ki bu, Yahudiler “ondan ibaret kalmış”.
İkinci alıntıda “gen” değil de “döl” denmesine bakmayın, birincisinden 50-60 yıl önce yazıldığı için öyle. Aynı şey kastediliyor.
Çok farklı görüşler, değil mi? Biri Yahudiler hakkında “iyi bir şey” söylüyor, diğeri “kötü bir şey”. Böyle olması da çok doğal. Çünkü alıntıların ilki Şalom gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas’ın 5 Ağustos 2015 günü Ruşen Çakır ile yaptığı söyleşiden; ikincisi ise Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu dergisindeki bir yazısından. Biri Yahudi; diğeri yarı faşist bir ırkçı. Elbette farklı şeyler söyleyecekler.
Tabii söyleyecekler, ama benim burada dikkat çekmek istediğim, iki görüşün farklılığı değil, benzerliği.
Hem Molinas hem Kısakürek bütün Yahudilerin genlerinden kaynaklanan bazı temel özellikleri paylaştığını iddia ediyor. Molinas “atalarından aldıkları genlerle” diyor; Necip Fazıl aynı şeyi “asırlar boyunca bu dölü geliştirmiş” şeklinde ifade ediyor.
İnsanların genetik/ırksal özellikleri olduğu; kişisel, toplumsal ve tarihsel koşullardan bağımsız olarak bazı özellikleri hep ve kaçınılmaz bir şekilde taşıdıkları inancı ırkçılığın temelini oluşturur. Dolayısıyla, Necip Fazıl’ın “döl” inancında şaşırtıcı bir durum yok. Şöyle düşünüyor: “Yahudi, öteden beri kendi dışındaki insan topluluklarının olanca birlik ve bütünlük müesseselerine düşmandır… İşte onun içindir ki, Yahudi, topyekûn insanlık vücuduna mikrop gibi yerleşirken, kendi gizli tesir şebekesini hâkim kılmak için insanlığın illet bünyesini kıyamete kadar beslemek ve hastalık kıvamında tutmak borcu altındadır.” Dikkat ederseniz, “Yahudiler” demiyor, “Yahudi” diyor. Çünkü zaten bütün Yahudiler aynı. Hepsi tek bir kişi gibi. İsteseler de, istemeseler de, hepsi genlerinden, döllerinden kaynaklanan aynı özelliklere sahip.
Demek ki, Şişli’de yolda giderken Bayan Fortüne Alkulumbre’ye rastlarsanız, “Acaba nasıl bir insan?” diye düşünmenize gerek yoktur. Yahudi olduğunu biliyorsanız, “insan topluluklarının birlik ve bütünlük müesseselerine düşman” olduğunu da bilirsiniz. Gelsenkirchen’de Bay Shmuel Rotnagel’e veya New York’ta Hyman Goldblatt’a rastgelirseniz, keza bu beylerin de “insanlığın bünyesini hastalık kıvamında tutmak” için çabaladığını bilirsiniz.
Molinas’a ne oluyor?
Necip Fazıl bu inancı, ırkın belirleyici olduğu inancını, dünyanın tüm ırkçılarıyla paylaşıyor: Kafatasçılarla, Nazilerle, öjenik taraftarlarıyla, siyahların penislerinin büyük ve beyinlerinin küçük olduğuna inananlarla, İskoçların cimri, Belçikalıların aptal, Kürtlerin kuyruklu, Arapların kana susamış olduğunu düşünenlerle ve tabii antisemitlerle.
Peki, Şalom gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Molinas’a ne oluyor? Anlaşılan, aynı inancı o da paylaşıyor!
Yahudilerin çok çalışması, hayata bağlı olması, iyi eğitimli olması, iyi yaşaması, başarılı olması filan “genlerine işlemiş”, “atalarından aldıkları genlerle” ilişkiliymiş. Demek ki, Yahudilerin bazı genetik/ırksal özellikleri varmış. Molinas bunlardan olumlu olan birkaç tanesini öne çıkarmış. Ama Necip Fazıl gibi bir başkası da, aynı mantıkla, olumsuz özellikleri seçebilir. Ve bu olumsuz özellikler ırkın tümüne özgü olduğuna göre, tek çare o ırkın tümüne düşman olmak, mümkünse tümünü imha etmektir.
Doğrusu, Molinas’ın antisemit olduğunu sanmıyorum. Ama bilim dünyasından tümüyle habersiz olduğu kuşkusuz.
Uzun uzun anlatmaya niyetim yok; madem bir gazetenin genel yayın yönetmenliğini yapıyor, gitsin kendisi okusun, öğrensin. Genetik anlamda, ırk diye bir şey yoktur. Bir Çinli ile bir Zulu arasındaki genetik fark, aynı ormanda yaşayan iki şempanze arasındaki farktan daha azdır. İki Çinli arasındaki genetik fark, bir Çinli ile bir Zulu arasındaki farktan daha fazla olabilir. İnsanların çalışkan, eğitime meraklı, başarılı olup olmamalarında genlerinin bir etkisi vardır kuşkusuz, ama bu etki belirleyici ve kaçınılmaz değildir. Belirleyici olan, genlerle çevrenin, yani toplumsal ve tarihsel koşulların karşılıklı etkileşimidir.
Dolayısıyla, Ukrayna’nın bir köyündeki Yahudi ile Arjantin’in şehirli bir Yahudi’si arasında, belki aynı duaları okuyor olmak dışında, hiçbir kaçınılmaz ortaklık, benzerlik, aynılık yoktur. Olduğunu düşünmek ırkçıların özelliğidir.
Ama yine de, Molinas’a ırkçı demek istemem. Sevimsiz bir tartışmaya yol açar şimdi. Ne gerek var?
[…] gelen bir mesajdı. İvo Molinas, geçtiğimiz hafta içinde Avlaremoz’da yayınlanan Roni Margulies imzalı bir yazıya haklı olarak üzülmüş. Kendisini ırkçılıkla itham ettiğimizi düşünmüş. Halbuki […]