Holokost, insanlık tarihinin en büyük insanlık suçlarından biri. 1.2 milyon çocuğun ve büyük çoğunluğu Yahudiler olmak üzere, eşcinsellerin, engellilerin, Romanların da aralarında bulunduğu yaklaşık 6 milyon yetişkinin katledildiği vahşetin ardından yarım asrı aşan hatırlatma, yüzleşme ve yüzleşme üzerinden de ‘bir daha asla’ deme çabalarının her biri çok kıymetli. Özellikle de yeni nesilleri içeren ve önemli bir kısmı müzelerde yürütülen programlar ve projeler, ayrımcılıktan ve ırkçılıktan arınmış bir neslin yetişebilmesi açısından çok hayati.
Kaynak: Agos / Nayat Karaköse
Holokost sonucunda hayatta kalabilen kurbanların bir kısmı halen yaşıyor. Avrupa ve Amerika’da bulunan Holokost müzeleri ise hayatta kalanları, genç kuşaklarla buluşturmak için var gücüyle çabalıyor.
Betty’nin konuşması
Nisan başında Los Angeles’a gerçekleştirdiğim ziyarette Holokost’tan kurtulan Betty Hyatt’in konuşmasını, Los Angeles Holokost Müzesi’nde dinleme fırsatı buldum. 82 yaşındaki Betty, Belçika’dan Amerika’ya uzanan hikayesini tane tane, bir buçuk saat boyunca , ayakta ve yorulmadan, samimiyetle odadaki yüzü aşkın öğrenci ve yetişkinle paylaştı.
Belçika’nın Anvers şehrinde 1934’de doğan Betty, varsıl bir aileden gelmektedir. Babasının nakış makineleri üreten bir fabrikası vardır. Belçika’ya saldırılar başladıktan sonra Betty ve ailesinin kaderi adım adım değişir. Babası Güney Amerika’da bir Hollanda kolonisi olan Surinam’a gitmek için planlar yapar fakat vizeyi Marsilya’dan almak zorundadırlar. Marsilya’ya doğru yola çıkan aile bir çok badire atlatır ve şans eseri birçok felaketten kurtulur. Aynen Reims’de durakladıkları bir gece mülteci kampına dönen kilisede saklanırken, gün doğmadan Betty’nin babasının hemen ordan ayrılmaları gerektiğini hissedip oradan ayrılmalarından beş dakika sonra kilisenin bombalanıp 500 kişinin can vermesi gibi.
Betty’nin babası tutuklanır ve ailece babasından habersiz kalırlar. Betty’nin annesi Fransa’daki direniş hareketine katılır ve direnişten Eugénie Brunel’in teklifi üzerine Betty’i Eugénie’ye verir. Betty’nin yeni kimliği artık Berta Lambert olmuştur. 1944’de savaşın bitmesiyle Betty annesine geri döner, Fakat annesi ruhsal bozukluklar yaşadığı için Betty ve kardeşi çocuk kampına gönderilir. Kamp ve annesi arasında mekik dokuyan Betty bir sure sonra annesinin bir başkası ile evlendiğini ve ayrıca babasının da bir kampta öldürülmesini öğrenerek yıkım yaşar. Yıllar sonra Betty babasının Auschwitz’de, kurtuluştan bir gün önce bir SS subayı tarafından öldürüldüğünü öğrenir. Savaştan önce New York’a göçen dayısı, savaştan sonra Anvers’e geri gelir ve Betty’i alıp New York’a götürür ve Betty hayatına ABD’de devam eder.
Trajedinin içinde yer alan, anne-kız ilişkisinin bir daha asla onarılmaması gibi ömürlük dramları büyük bir içtenlikle anlatıyor Betty. Ama beni her seferinde kalbimden vuran, konuşmasında ‘ama ben şanslıydım’ cümlesini defalarca yinelemesi oldu. Yeni nesillerden ne hakikati ne de umudu esirgemeyen Betty’nin dili, samimiyeti ve hikayesini açması benim için 10 müze gücünde oldu.
Onu pürdikkat dinleyen öğrencileri gözlemledim Betty konuşurken, Betty’i kalpleriyle dinlemeleri, ardından sordukları sorular en büyük umudum oldu.
1.2 milyon delik
Konuşmanın ardından müzenin dış alanında yer alan öldürülen çocuklar anıtına geçtim. Anıt öldürülen çocukları simgeleyen duvarda açılan 1.2 milyon delikten oluşuyor. O deliklere iliştirilen, çoğunluğu çocuklar tarafından yazılan notlar anıtı yaşayan bir anıta dönüştürmüştü. Duvarda notlardan tasarlanan kalp veya barış simgeleri, hakikatin ağırlığına rağmen tebessüm bahşediyordu ziyaretçilere. LAMOTH aynı zamanda L’DoughV’Dough etkinliği kapsamında Holokost’tan kurtulanlarla, çocuk ve gençleri bir araya getirerek çörek yapmalarını sağlıyor. Böylece çocuklar çörek yaparken hayatta kalanların hikâyelerini de dinleme fırsatı buluyor.
Müzeden çıkınca tam da 24 Nisan’a sayılı günler kala keşke Türkiye’de Ermeni Soykırımı ile de yüzleşme 50 yıl öncesinde başlayabilseydi diye iç geçiriyorum… Eğer hayatta kalanlar öğrencilerle, gençlerle yaşadıklarını paylaşma ortamı bulabilselerdi, yüzleşme üzerinden kıymetli bir onarım yaşanır ve bugün Türkiye’de bir bebekten katil yaratmak çok daha düşük bir ihtimal olurdu…Betty çocukken ne kadar şanssızdıysa, onu dinleyen çocuklar bir o kadar şanslı. Betty ve daha yüzlerce gönüllü Holokost mağdurları çocuklardan, gençlerden hikayelerini esirgemeyerek onlara ömürlük iyilik yapıyorlar…
Holokost, insanlık tarihinin en büyük insanlık suçlarından biri. 1.2 milyon çocuğun ve büyük çoğunluğu Yahudiler olmak üzere, eşcinsellerin, engellilerin, Romanların da aralarında bulunduğu yaklaşık 6 milyon yetişkinin katledildiği vahşetin ardından yarım asrı aşan hatırlatma, yüzleşme ve yüzleşme üzerinden de ‘bir daha asla’ deme çabalarının her biri çok kıymetli. Özellikle de yeni nesilleri içeren ve önemli bir kısmı müzelerde yürütülen programlar ve projeler, ayrımcılıktan ve ırkçılıktan arınmış bir neslin yetişebilmesi açısından çok hayati.
Kaynak: Agos / Nayat Karaköse
Holokost sonucunda hayatta kalabilen kurbanların bir kısmı halen yaşıyor. Avrupa ve Amerika’da bulunan Holokost müzeleri ise hayatta kalanları, genç kuşaklarla buluşturmak için var gücüyle çabalıyor.
Betty’nin konuşması
Nisan başında Los Angeles’a gerçekleştirdiğim ziyarette Holokost’tan kurtulan Betty Hyatt’in konuşmasını, Los Angeles Holokost Müzesi’nde dinleme fırsatı buldum. 82 yaşındaki Betty, Belçika’dan Amerika’ya uzanan hikayesini tane tane, bir buçuk saat boyunca , ayakta ve yorulmadan, samimiyetle odadaki yüzü aşkın öğrenci ve yetişkinle paylaştı.
Belçika’nın Anvers şehrinde 1934’de doğan Betty, varsıl bir aileden gelmektedir. Babasının nakış makineleri üreten bir fabrikası vardır. Belçika’ya saldırılar başladıktan sonra Betty ve ailesinin kaderi adım adım değişir. Babası Güney Amerika’da bir Hollanda kolonisi olan Surinam’a gitmek için planlar yapar fakat vizeyi Marsilya’dan almak zorundadırlar. Marsilya’ya doğru yola çıkan aile bir çok badire atlatır ve şans eseri birçok felaketten kurtulur. Aynen Reims’de durakladıkları bir gece mülteci kampına dönen kilisede saklanırken, gün doğmadan Betty’nin babasının hemen ordan ayrılmaları gerektiğini hissedip oradan ayrılmalarından beş dakika sonra kilisenin bombalanıp 500 kişinin can vermesi gibi.
Betty’nin babası tutuklanır ve ailece babasından habersiz kalırlar. Betty’nin annesi Fransa’daki direniş hareketine katılır ve direnişten Eugénie Brunel’in teklifi üzerine Betty’i Eugénie’ye verir. Betty’nin yeni kimliği artık Berta Lambert olmuştur. 1944’de savaşın bitmesiyle Betty annesine geri döner, Fakat annesi ruhsal bozukluklar yaşadığı için Betty ve kardeşi çocuk kampına gönderilir. Kamp ve annesi arasında mekik dokuyan Betty bir sure sonra annesinin bir başkası ile evlendiğini ve ayrıca babasının da bir kampta öldürülmesini öğrenerek yıkım yaşar. Yıllar sonra Betty babasının Auschwitz’de, kurtuluştan bir gün önce bir SS subayı tarafından öldürüldüğünü öğrenir. Savaştan önce New York’a göçen dayısı, savaştan sonra Anvers’e geri gelir ve Betty’i alıp New York’a götürür ve Betty hayatına ABD’de devam eder.
Trajedinin içinde yer alan, anne-kız ilişkisinin bir daha asla onarılmaması gibi ömürlük dramları büyük bir içtenlikle anlatıyor Betty. Ama beni her seferinde kalbimden vuran, konuşmasında ‘ama ben şanslıydım’ cümlesini defalarca yinelemesi oldu. Yeni nesillerden ne hakikati ne de umudu esirgemeyen Betty’nin dili, samimiyeti ve hikayesini açması benim için 10 müze gücünde oldu.
Onu pürdikkat dinleyen öğrencileri gözlemledim Betty konuşurken, Betty’i kalpleriyle dinlemeleri, ardından sordukları sorular en büyük umudum oldu.
1.2 milyon delik
Konuşmanın ardından müzenin dış alanında yer alan öldürülen çocuklar anıtına geçtim. Anıt öldürülen çocukları simgeleyen duvarda açılan 1.2 milyon delikten oluşuyor. O deliklere iliştirilen, çoğunluğu çocuklar tarafından yazılan notlar anıtı yaşayan bir anıta dönüştürmüştü. Duvarda notlardan tasarlanan kalp veya barış simgeleri, hakikatin ağırlığına rağmen tebessüm bahşediyordu ziyaretçilere. LAMOTH aynı zamanda L’DoughV’Dough etkinliği kapsamında Holokost’tan kurtulanlarla, çocuk ve gençleri bir araya getirerek çörek yapmalarını sağlıyor. Böylece çocuklar çörek yaparken hayatta kalanların hikâyelerini de dinleme fırsatı buluyor.
Müzeden çıkınca tam da 24 Nisan’a sayılı günler kala keşke Türkiye’de Ermeni Soykırımı ile de yüzleşme 50 yıl öncesinde başlayabilseydi diye iç geçiriyorum… Eğer hayatta kalanlar öğrencilerle, gençlerle yaşadıklarını paylaşma ortamı bulabilselerdi, yüzleşme üzerinden kıymetli bir onarım yaşanır ve bugün Türkiye’de bir bebekten katil yaratmak çok daha düşük bir ihtimal olurdu…Betty çocukken ne kadar şanssızdıysa, onu dinleyen çocuklar bir o kadar şanslı. Betty ve daha yüzlerce gönüllü Holokost mağdurları çocuklardan, gençlerden hikayelerini esirgemeyerek onlara ömürlük iyilik yapıyorlar…
Paylaş: