Hâlâ savaşlar yüzünden insanların evlerini terk ettiği bir çağdayız. Ölümün gözünün içine dimdik bakan nice insanın çaresizliğe tutunduğu, batan botlarla, kuşatılan şehirlerle hayallerin, umutların, bedenlerin parçalandığı, denizlerin mezarlık olduğu korkunç bir çağ bu. Her şey geçtiğinde ve savaş bittiğinde ise insanlığın yüzleşeceği pek çok şey olacak, hayatta kalabilmek için atılan her adımın izi mesela. Ölülerin ve dirilerin anlattığı hikâyeler aynı anda umudu ve hüznü dünyanın omuzlarına yükleyecek. Herkes kulağını açıp iyice dinlese, dünyayı bu hikâyeler kurtaracak diyebilirdim; ama ne yazık ki bundan emin olamıyorum. Gülten Akın’ın dediği gibi: “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya.”
Hikâyeler, hayaller, günlükler kötülüğe karşı direnmenin, belleği yaşatmanın en iyi yollarındandır. Anne Frank insanlık tarihinin en utanç verici dönemlerinden birinde başlamıştı günlük tutmaya. Kelimelerini zorbalığın gürültüsüne inat umudun tonlarıyla sessizce işlemişti defterine. Çok sevdiği babasının 13’üncü yaş günü hediyesiydi o defter. 1942 yılında babasının iş yerinde tasarladığı Arka Ev’e sığındıklarında en yakın arkadaşı oldu.
Geçtiğimiz Mart ayında Sel Yayıncılık Anne Frank’in 4 Ağustos 1944’e kadar ailesi ve diğer dört kişi ile yaşadığı sığınaktan yazdığı “Arka Ev’den Hatıralar ve Hikâyeler” isimli kitabını ilk kez Türkçede yayımladı. Kitap daha önce yayımlanmış Anne Frank’in Günlüğü’nden faklı olarak Anne’nin kurgu hikâyelerini, masallarını ve ne yazık ki ihbar sonucu tutuklanıp toplama kampına gönderildiği için bitiremediği roman taslağını içeriyor.
Anne Frank Almanya’da doğmuştu ama Hitler’in iktidara gelmesi yüzünden ailesiyle birlikte henüz çok küçükken Hollanda’ya göç etti. Orada nispeten daha huzurlu bir yaşamları vardı ta ki 10 Mayıs 1940 tarihinde Nazilerin Hollanda’yı işgaline kadar. İşgal sonrası Rotterdam’ın bombalanması Hollanda hükümetinin Nazilere teslim oluşunu kolaylaştırdı. Nazi kuşatmasının ilk hedefi Hollanda’yı arileştirmek oldu. Kamu görevlisi Yahudiler işlerinden kovuldu. Parklara, yüzme havuzlarına ve sinemalara Yahudilerin girmesi yasaklandı. İkinci Dünya Savaşı boyunca Hollanda’da yaşayan 140.000 Yahudi’nin 100.000’i Nazilerce katledildi. Yahudi çocukların ari çocuklarla aynı okula gitmesi kanunen yasaklandı. Bu sebeple ailesi Anne Frank’ı okuduğu okuldan alıp sadece Yahudilerin gidebileceği bir başka okula yazdırmak zorunda kaldı. Sonrasında ise 1942’den 1944’e kadar eğitimine Arka Evde bir başına devam etti Anne Frank. 8 kişi kaldıkları bu sığınakta tedirginliğin geceye karıştığı, silah seslerinin kolay kolay susmadığı günler geçirdi. O günlerin bir bölümünü “Arka Ev’den Hatıralar ve Hikâyeler” de bulabilmemiz mümkün.
Kitapta yer alan “Hatırlıyor Musun” isimli anı yazısında normal bir hayatın içindeyken her şeyin nasıl da mükemmel olduğunu, tasasız okul yıllarına tekrar kavuşabilmenin özlemini nasıl da hissettiğini anlatırken, Anne’nin “Korku” isimli hikâyesi şu cümlelerle başlıyor: “ Korkunç zamanlardı. Etrafımızdaki savaş çığırından çıkmıştı ve kimse bir saat sonra hâlâ hayatta olup olamayacağını bilmiyordu.” Geçmişe özlem ve şimdinin belirsizliği onu yıldırmıyor daha güzel bir dünyayı hayal ederek yazıyordu.
Denemeler, hatıralar, hikâyeler arasında gezinirken Anne Frank’ın kalemi öylesine güçlü seslenmiş ki Arka Ev’i sadece bir sığınak olmaktan çıkarmış. Doğayı ve direnişi taşımış oraya. İyi olmak bu kadar zor olmamalı, vicdan en büyük lütufken onu işitmek insana yük olamazdı. Adil bir dünyada yaşamayı herkes hak ediyordu, herkes eşitken niçin sadece bazıları korkunç şeylerle yüzleşiyordu. Hikâyeleri böyle fikirlerle akarken insan içinden keşke diyor, keşke hiç bulaşmasaydı kötülük senin ömrüne.
Anne Frank Bergen- Belsen toplama kampında tifüsten öldüğünde 15 yaşındaydı. Günlükleri ölümünden sonra basıldı ve o en büyük hayaline kavuşup çok ünlü bir yazar oldu. Vicdanından defterlerine dökülen kelimeler dilden dile çevrildi.
Bizlerse biliriz ki büyümez ölü çocuklar. Ama ölü çocukların hikâyeleri daima inatla kötülüğe karşı direnir ve direnmeye devam edecektir.
Hâlâ savaşlar yüzünden insanların evlerini terk ettiği bir çağdayız. Ölümün gözünün içine dimdik bakan nice insanın çaresizliğe tutunduğu, batan botlarla, kuşatılan şehirlerle hayallerin, umutların, bedenlerin parçalandığı, denizlerin mezarlık olduğu korkunç bir çağ bu. Her şey geçtiğinde ve savaş bittiğinde ise insanlığın yüzleşeceği pek çok şey olacak, hayatta kalabilmek için atılan her adımın izi mesela. Ölülerin ve dirilerin anlattığı hikâyeler aynı anda umudu ve hüznü dünyanın omuzlarına yükleyecek. Herkes kulağını açıp iyice dinlese, dünyayı bu hikâyeler kurtaracak diyebilirdim; ama ne yazık ki bundan emin olamıyorum. Gülten Akın’ın dediği gibi: “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya.”
Hikâyeler, hayaller, günlükler kötülüğe karşı direnmenin, belleği yaşatmanın en iyi yollarındandır. Anne Frank insanlık tarihinin en utanç verici dönemlerinden birinde başlamıştı günlük tutmaya. Kelimelerini zorbalığın gürültüsüne inat umudun tonlarıyla sessizce işlemişti defterine. Çok sevdiği babasının 13’üncü yaş günü hediyesiydi o defter. 1942 yılında babasının iş yerinde tasarladığı Arka Ev’e sığındıklarında en yakın arkadaşı oldu.
Geçtiğimiz Mart ayında Sel Yayıncılık Anne Frank’in 4 Ağustos 1944’e kadar ailesi ve diğer dört kişi ile yaşadığı sığınaktan yazdığı “Arka Ev’den Hatıralar ve Hikâyeler” isimli kitabını ilk kez Türkçede yayımladı. Kitap daha önce yayımlanmış Anne Frank’in Günlüğü’nden faklı olarak Anne’nin kurgu hikâyelerini, masallarını ve ne yazık ki ihbar sonucu tutuklanıp toplama kampına gönderildiği için bitiremediği roman taslağını içeriyor.
Anne Frank Almanya’da doğmuştu ama Hitler’in iktidara gelmesi yüzünden ailesiyle birlikte henüz çok küçükken Hollanda’ya göç etti. Orada nispeten daha huzurlu bir yaşamları vardı ta ki 10 Mayıs 1940 tarihinde Nazilerin Hollanda’yı işgaline kadar. İşgal sonrası Rotterdam’ın bombalanması Hollanda hükümetinin Nazilere teslim oluşunu kolaylaştırdı. Nazi kuşatmasının ilk hedefi Hollanda’yı arileştirmek oldu. Kamu görevlisi Yahudiler işlerinden kovuldu. Parklara, yüzme havuzlarına ve sinemalara Yahudilerin girmesi yasaklandı. İkinci Dünya Savaşı boyunca Hollanda’da yaşayan 140.000 Yahudi’nin 100.000’i Nazilerce katledildi. Yahudi çocukların ari çocuklarla aynı okula gitmesi kanunen yasaklandı. Bu sebeple ailesi Anne Frank’ı okuduğu okuldan alıp sadece Yahudilerin gidebileceği bir başka okula yazdırmak zorunda kaldı. Sonrasında ise 1942’den 1944’e kadar eğitimine Arka Evde bir başına devam etti Anne Frank. 8 kişi kaldıkları bu sığınakta tedirginliğin geceye karıştığı, silah seslerinin kolay kolay susmadığı günler geçirdi. O günlerin bir bölümünü “Arka Ev’den Hatıralar ve Hikâyeler” de bulabilmemiz mümkün.
Kitapta yer alan “Hatırlıyor Musun” isimli anı yazısında normal bir hayatın içindeyken her şeyin nasıl da mükemmel olduğunu, tasasız okul yıllarına tekrar kavuşabilmenin özlemini nasıl da hissettiğini anlatırken, Anne’nin “Korku” isimli hikâyesi şu cümlelerle başlıyor: “ Korkunç zamanlardı. Etrafımızdaki savaş çığırından çıkmıştı ve kimse bir saat sonra hâlâ hayatta olup olamayacağını bilmiyordu.” Geçmişe özlem ve şimdinin belirsizliği onu yıldırmıyor daha güzel bir dünyayı hayal ederek yazıyordu.
Denemeler, hatıralar, hikâyeler arasında gezinirken Anne Frank’ın kalemi öylesine güçlü seslenmiş ki Arka Ev’i sadece bir sığınak olmaktan çıkarmış. Doğayı ve direnişi taşımış oraya. İyi olmak bu kadar zor olmamalı, vicdan en büyük lütufken onu işitmek insana yük olamazdı. Adil bir dünyada yaşamayı herkes hak ediyordu, herkes eşitken niçin sadece bazıları korkunç şeylerle yüzleşiyordu. Hikâyeleri böyle fikirlerle akarken insan içinden keşke diyor, keşke hiç bulaşmasaydı kötülük senin ömrüne.
Anne Frank Bergen- Belsen toplama kampında tifüsten öldüğünde 15 yaşındaydı. Günlükleri ölümünden sonra basıldı ve o en büyük hayaline kavuşup çok ünlü bir yazar oldu. Vicdanından defterlerine dökülen kelimeler dilden dile çevrildi.
Bizlerse biliriz ki büyümez ölü çocuklar. Ama ölü çocukların hikâyeleri daima inatla kötülüğe karşı direnir ve direnmeye devam edecektir.
Paylaş: