Kaynak: marksist.org
Naziler işgal ettikleri Polonya’nın başkenti Varşova’da 1940 yılının sonlarında yaklaşık 450 bin Yahudi’yi yüksekliği 4 metreye yaklaşan, uzunluğu 15 km’yi bulan duvarlarla çevirdikleri bir bölgeye topladılar. Daha önce 160 bin kişinin yaşadığı yerde neredeyse 3 katı kalabalık bir nüfusun yaşaması mümkün değildi. Yahudi Direniş Örgütü (ZOB) önderliğinde başlayan direniş, 40 günden uzun bir süre kahramanca sürdü.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin (NSDAP) 1933 yılında iktidara gelmesiyle birlikte, faşizm kâbusu Avrupa’nın üzerine hızla yayılmaya başladı. 1929 yılının “Büyük Buhranı”nın etkisi kendisini Avrupa’da olanca haşmetiyle göstermiş, ülkelerin ekonomileri kâğıttan kaleler gibi birbiri ardına çökmeye başlamıştı. Devasa şirketler birbiri ardına iflas ediyor, her gün yüzlerce, işçi işsiz kalıyordu. Böyle bir ortamda sadece Almanya’da değil, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde de faşistler orta sınıfların korkusunu örgütlemeyi başarmış, hatta işçi sınıfını bile kısmen yanlarına çekebilmişlerdi.
Nazileri iktidara gelmesiyle birlikte, işçi sınıfının tüm örgütleri dağıtıldı. Sendikalar, sol partiler, dernekler vs. kapatıldı, solcular, sendikacılar, muhalifler tutuklandı, hapse atıldı. Zaten mevcut olan ırkçılık doruğa çıktı. Yahudiler üzerinde müthiş bir terör estirilmeye başlandı. Yahudi memurlar işten atıldılar, belirli meslekler dışında çalışmaları yasaklandı, toplumsal yaşamdan soyutlanmaları için 1935 Nürnberg NSDAP Konferansı’nda “Irk Kanunları” kabul edildi. Irkçılığa maruz kalanlar sadece Yahudiler değildi, Çingeneler, siyahlar, Nazilerin “Ari ırka ait” olmadığını düşündükleri bütün insanlar toplumdan dışlandı.
II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Yahudiler işgal ettikleri bölgelerde gettolar kurdular. Getto denilen yerler aslında belirli şehirlerde Yahudilerin yaşadığı mahallelerdi; etrafları genellikle yüksek bir duvarla ve dikenli tellerle çevriliyor, bölgede ne kadar Yahudi varsa orada yaşamak zorunda bırakılıyor ve giriş çıkışlar sıkı bir kontrol altında tutuluyordu. Naziler işgal ettikleri Polonya’da gettolar kurdular. Polonyalı ve Batı Avrupalı Yahudiler bu gettolara gönderildiler. 1941’de Almanların Sovyetler Birliği’ne saldırması esnasında, mobilize katliam birlikleri tüm Yahudi topluluklarını öldürmeye başladı. Kullanılan başlıca katliam yöntemleri—silahla vurmak ya da gaz kamyonlarında öldürmek—kısa süre içinde “yetersiz” olarak görüldü ve katliamları gerçekleştirenler üzerinde psikolojik bir yük olarak değerlendirildi.
1942 Ocak ayındaki Wannsee Konferansı’ndan sonra, Naziler Yahudileri sistemli bir şekilde tüm Avrupa’dan Polonya’daki altı imha kampına göndermeye başladı: Chelmno , Belzec, Sobibor, Treblinka, Auschwitz-Birkenau ve Majdanek. İmha kampları, soykırımın gerçekleştirilmesi için tasarlanmış ölüm merkezleriydi. Yaklaşık üç milyon Yahudi, imha kamplarında gaz verilerek öldürüldü.
Doğu Avrupa’daki gettolarda bulunan pek çok Yahudi, Almanlara karşı direniş örgütlemeye ve çalıntı ve el yapımı silahlarla silahlanmaya çalışıyordu. 1941–1943 arasında yaklaşık 100 Yahudi grubu yeraltı direniş hareketleri oluşturdu. Yahudilerin Almanlara karşı en bilinen silahlı çatışmayla direniş teşebbüsü, Varşova gettosunda yaşandı.
1942 yazında yaklaşık 300.000 Yahudi Varşova’dan Treblinka’ya sürüldü. Ölüm merkezinde toplu katliamlar olduğu haberi Varşova gettosuna sızdığında, hayatta kalan ve çoğu gençlerden oluşan bir grup, Z.O.B. (Lehçe Yahudi Muharebe Örgütü anlamına gelen Zydowska Organizacja Bojowa) adında bir örgüt oluşturdu. 23 yaşındaki Mordechai Anielewicz liderliğindeki Z.O.B., Yahudileri tren vagonlarına gitmeye karşı direnişe çağıran bir bildiri yayınladı. Ocak 1943’te, Varşova gettosundaki savaşçılar, gettodan sürmek üzere yeni bir grup toplamaya çalışan Alman birliklerine ateş açtı. Savaşçılar gettoya kaçak olarak sokulmuş az miktardaki silahı kullanıyordu. Birkaç gün sonra birlikler geri çekildi. Bu küçük zafer getto savaşçılarına gelecekteki direniş için hazırlanma gücü verdi.
19 Nisan 1943’te, Alman birlikleri ve polisi hayatta kalan sakinleri sürmek üzere gettoya girdikten sonra Varşova gettosu ayaklanması başladı. Yedi yüz elli savaşçı ağır silahlı ve iyi eğitimli Almanlara karşı savaştı. Getto savaşçıları yaklaşık bir ay kadar dayanabildi. Ancak 16 Mayıs 1943’te isyan sona erdi. Almanlar direnişi yavaşça kırmışlardı. Yakalanan 56.000 Yahudi’den yaklaşık 7.000’i vuruldu, geri kalanı ise kamplara gönderildi.
Mordechai Anielewicz, 23 Nisan 1943’te son mektubuna şu sözlerle başlıyordu: “Yaşadıklarımızı kelimelere dökmek imkânsız. Bir şey açık: Burada olanlar en cesur hayallerimizi bile aştı. Almanlar gettodan iki kere kaçtı. Birliklerimizden bir tanesi 40 dakika karşı koydu, diğeri 6 saatten fazla. Çarpışma alanına döşenen mayın patladı. Birkaç birliğimiz dağılan Almanlara saldırdı. İnsan gücü kaybımız asgari düzeyde. Bu da ayrıca bir başarı. Yechiel öldü. Makineli tüfeğin başında bir kahraman gibi. Büyük şeylerin olduğunu hissediyorum; kalkıştığımız işin büyük, çok büyük önemi var…”
Savaştan sonra Polonya mahkemesinde yargılanan ve gettonun yanında asılan Alman birlikleri komutanı Stroop, “Varşova gettosu artık yok” başlıklı 75 sayfalık raporunda şunları yazıyordu: “Operasyon başlar başlamaz Yahudilerin ve haydutların güçlü ve koordineli ateşine maruz kaldık. Bir tank ve iki zırhlı araca Molotof kokteylleri yağdı. Düşmanın karşı taarruzu yüzünden geri çekilmek zorunda kaldık. 17.30 civarında bir bölümde makineli tüfek ateşi de dahil olmak üzere çok güçlü direnişle karşılaştık. Özel bir saldırı timi düşmanı yenilgiye uğrattı ama direnişçileri ele geçiremedi. Yahudiler, bodrumdan bodruma geçerek direndi ve hep son anda elimizden kaçtı. İlk taarruzda 12 kaybımız oldu.”
Varşova gettosu direnişi, faşizme karşı yazılan bir destandır. Bir avuç insan, kendilerinden çok daha üstün faşist güçlere karşı kahramanca direnerek, faşizme karşı direnişin mümkün olabileceğini tüm dünyaya gösterdi. Avrupa’da faşizm kabusu 1949’da son buldu, ancak çeşitli şekillerde yaşamaya ve karşımıza çıkmaya devam ediyor. Bir gün Selendi’de Romanlara saldırıyor, bir başka gün Maraş’ta Alevilere, bir başka gün kanlı üç hilal oluyor, bir başka gün “ya sev ya terk et” sloganı…
Faşizm, bir ideoloji değil. Faşizm, bir düşünce biçimi değil. Düşünce özgürlüğü çerçevesinde faşizm propagandasına izin vermek asla mümkün değil. Faşizm bir suç. İnsanlığa karşı işlenmiş bir suç. Görüldüğü her yerde teşhir edilmesi ve başının ezilmesi gerekiyor. Bu güne dek yaşanmış deneyimler, işçi sınıfının güçlü bir şekilde sokağa çıkmasıyla birlikte faşistlerin geri çekildiğini gösteriyor. Bu yüzden her türlü işçi eylemine katılmak, içinde bulunmak, öne çekmeye çalışmak, aynı zamanda faşizmle mücadele etmek anlamına geliyor. Yaşananların bir daha yaşanmaması için…
Kaynak: marksist.org
Naziler işgal ettikleri Polonya’nın başkenti Varşova’da 1940 yılının sonlarında yaklaşık 450 bin Yahudi’yi yüksekliği 4 metreye yaklaşan, uzunluğu 15 km’yi bulan duvarlarla çevirdikleri bir bölgeye topladılar. Daha önce 160 bin kişinin yaşadığı yerde neredeyse 3 katı kalabalık bir nüfusun yaşaması mümkün değildi. Yahudi Direniş Örgütü (ZOB) önderliğinde başlayan direniş, 40 günden uzun bir süre kahramanca sürdü.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin (NSDAP) 1933 yılında iktidara gelmesiyle birlikte, faşizm kâbusu Avrupa’nın üzerine hızla yayılmaya başladı. 1929 yılının “Büyük Buhranı”nın etkisi kendisini Avrupa’da olanca haşmetiyle göstermiş, ülkelerin ekonomileri kâğıttan kaleler gibi birbiri ardına çökmeye başlamıştı. Devasa şirketler birbiri ardına iflas ediyor, her gün yüzlerce, işçi işsiz kalıyordu. Böyle bir ortamda sadece Almanya’da değil, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde de faşistler orta sınıfların korkusunu örgütlemeyi başarmış, hatta işçi sınıfını bile kısmen yanlarına çekebilmişlerdi.
Nazileri iktidara gelmesiyle birlikte, işçi sınıfının tüm örgütleri dağıtıldı. Sendikalar, sol partiler, dernekler vs. kapatıldı, solcular, sendikacılar, muhalifler tutuklandı, hapse atıldı. Zaten mevcut olan ırkçılık doruğa çıktı. Yahudiler üzerinde müthiş bir terör estirilmeye başlandı. Yahudi memurlar işten atıldılar, belirli meslekler dışında çalışmaları yasaklandı, toplumsal yaşamdan soyutlanmaları için 1935 Nürnberg NSDAP Konferansı’nda “Irk Kanunları” kabul edildi. Irkçılığa maruz kalanlar sadece Yahudiler değildi, Çingeneler, siyahlar, Nazilerin “Ari ırka ait” olmadığını düşündükleri bütün insanlar toplumdan dışlandı.
II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Yahudiler işgal ettikleri bölgelerde gettolar kurdular. Getto denilen yerler aslında belirli şehirlerde Yahudilerin yaşadığı mahallelerdi; etrafları genellikle yüksek bir duvarla ve dikenli tellerle çevriliyor, bölgede ne kadar Yahudi varsa orada yaşamak zorunda bırakılıyor ve giriş çıkışlar sıkı bir kontrol altında tutuluyordu. Naziler işgal ettikleri Polonya’da gettolar kurdular. Polonyalı ve Batı Avrupalı Yahudiler bu gettolara gönderildiler. 1941’de Almanların Sovyetler Birliği’ne saldırması esnasında, mobilize katliam birlikleri tüm Yahudi topluluklarını öldürmeye başladı. Kullanılan başlıca katliam yöntemleri—silahla vurmak ya da gaz kamyonlarında öldürmek—kısa süre içinde “yetersiz” olarak görüldü ve katliamları gerçekleştirenler üzerinde psikolojik bir yük olarak değerlendirildi.
1942 Ocak ayındaki Wannsee Konferansı’ndan sonra, Naziler Yahudileri sistemli bir şekilde tüm Avrupa’dan Polonya’daki altı imha kampına göndermeye başladı: Chelmno , Belzec, Sobibor, Treblinka, Auschwitz-Birkenau ve Majdanek. İmha kampları, soykırımın gerçekleştirilmesi için tasarlanmış ölüm merkezleriydi. Yaklaşık üç milyon Yahudi, imha kamplarında gaz verilerek öldürüldü.
Doğu Avrupa’daki gettolarda bulunan pek çok Yahudi, Almanlara karşı direniş örgütlemeye ve çalıntı ve el yapımı silahlarla silahlanmaya çalışıyordu. 1941–1943 arasında yaklaşık 100 Yahudi grubu yeraltı direniş hareketleri oluşturdu. Yahudilerin Almanlara karşı en bilinen silahlı çatışmayla direniş teşebbüsü, Varşova gettosunda yaşandı.
1942 yazında yaklaşık 300.000 Yahudi Varşova’dan Treblinka’ya sürüldü. Ölüm merkezinde toplu katliamlar olduğu haberi Varşova gettosuna sızdığında, hayatta kalan ve çoğu gençlerden oluşan bir grup, Z.O.B. (Lehçe Yahudi Muharebe Örgütü anlamına gelen Zydowska Organizacja Bojowa) adında bir örgüt oluşturdu. 23 yaşındaki Mordechai Anielewicz liderliğindeki Z.O.B., Yahudileri tren vagonlarına gitmeye karşı direnişe çağıran bir bildiri yayınladı. Ocak 1943’te, Varşova gettosundaki savaşçılar, gettodan sürmek üzere yeni bir grup toplamaya çalışan Alman birliklerine ateş açtı. Savaşçılar gettoya kaçak olarak sokulmuş az miktardaki silahı kullanıyordu. Birkaç gün sonra birlikler geri çekildi. Bu küçük zafer getto savaşçılarına gelecekteki direniş için hazırlanma gücü verdi.
19 Nisan 1943’te, Alman birlikleri ve polisi hayatta kalan sakinleri sürmek üzere gettoya girdikten sonra Varşova gettosu ayaklanması başladı. Yedi yüz elli savaşçı ağır silahlı ve iyi eğitimli Almanlara karşı savaştı. Getto savaşçıları yaklaşık bir ay kadar dayanabildi. Ancak 16 Mayıs 1943’te isyan sona erdi. Almanlar direnişi yavaşça kırmışlardı. Yakalanan 56.000 Yahudi’den yaklaşık 7.000’i vuruldu, geri kalanı ise kamplara gönderildi.
Mordechai Anielewicz, 23 Nisan 1943’te son mektubuna şu sözlerle başlıyordu: “Yaşadıklarımızı kelimelere dökmek imkânsız. Bir şey açık: Burada olanlar en cesur hayallerimizi bile aştı. Almanlar gettodan iki kere kaçtı. Birliklerimizden bir tanesi 40 dakika karşı koydu, diğeri 6 saatten fazla. Çarpışma alanına döşenen mayın patladı. Birkaç birliğimiz dağılan Almanlara saldırdı. İnsan gücü kaybımız asgari düzeyde. Bu da ayrıca bir başarı. Yechiel öldü. Makineli tüfeğin başında bir kahraman gibi. Büyük şeylerin olduğunu hissediyorum; kalkıştığımız işin büyük, çok büyük önemi var…”
Savaştan sonra Polonya mahkemesinde yargılanan ve gettonun yanında asılan Alman birlikleri komutanı Stroop, “Varşova gettosu artık yok” başlıklı 75 sayfalık raporunda şunları yazıyordu: “Operasyon başlar başlamaz Yahudilerin ve haydutların güçlü ve koordineli ateşine maruz kaldık. Bir tank ve iki zırhlı araca Molotof kokteylleri yağdı. Düşmanın karşı taarruzu yüzünden geri çekilmek zorunda kaldık. 17.30 civarında bir bölümde makineli tüfek ateşi de dahil olmak üzere çok güçlü direnişle karşılaştık. Özel bir saldırı timi düşmanı yenilgiye uğrattı ama direnişçileri ele geçiremedi. Yahudiler, bodrumdan bodruma geçerek direndi ve hep son anda elimizden kaçtı. İlk taarruzda 12 kaybımız oldu.”
Varşova gettosu direnişi, faşizme karşı yazılan bir destandır. Bir avuç insan, kendilerinden çok daha üstün faşist güçlere karşı kahramanca direnerek, faşizme karşı direnişin mümkün olabileceğini tüm dünyaya gösterdi. Avrupa’da faşizm kabusu 1949’da son buldu, ancak çeşitli şekillerde yaşamaya ve karşımıza çıkmaya devam ediyor. Bir gün Selendi’de Romanlara saldırıyor, bir başka gün Maraş’ta Alevilere, bir başka gün kanlı üç hilal oluyor, bir başka gün “ya sev ya terk et” sloganı…
Faşizm, bir ideoloji değil. Faşizm, bir düşünce biçimi değil. Düşünce özgürlüğü çerçevesinde faşizm propagandasına izin vermek asla mümkün değil. Faşizm bir suç. İnsanlığa karşı işlenmiş bir suç. Görüldüğü her yerde teşhir edilmesi ve başının ezilmesi gerekiyor. Bu güne dek yaşanmış deneyimler, işçi sınıfının güçlü bir şekilde sokağa çıkmasıyla birlikte faşistlerin geri çekildiğini gösteriyor. Bu yüzden her türlü işçi eylemine katılmak, içinde bulunmak, öne çekmeye çalışmak, aynı zamanda faşizmle mücadele etmek anlamına geliyor. Yaşananların bir daha yaşanmaması için…
Paylaş: