Genel olarak gençler üzerine akademik çalışmaların az olduğu ülkemizde maalesef gayrimüslim azınlık gençleri üzerine neredeyse hiçbir akademik çalışma bulunmamaktadır. Okumakta olduğunuz metin Yahudi gençlerle yapılan görüşmelere dayanan bir saha araştırmasının verileriyle hazırlanmıştır. Söz konusu araştırma 2012 yılında Türkiye’de 22-31 yaş grubundan beş kadın beş erkek toplam 10 Yahudi genci ile derinlemesine görüşmelerle gerçekleştirilmiştir.
Yahudi gençleri, Türkiye’de 1990’lı yılların başında oluşan kimlik hareketlerinden etkilenen Yahudi cemaatinin kimliği koruyarak ulusa entegrasyon amaçlı dışa açılma stratejisi dönemi içinde doğan bir kuşaktır. Hem de 2003 Sinagog saldırılarını ve bu süreçle birlikte artmaya başlayan antisemitizmi çocukluk ya da ilk gençliklerinde yaşayanlardır. Bu gençlerin kuşak olarak ayırıcı özellikleri, Yahudi olma ile Yahudiliği yitirme kaygısını eşzamanlı olarak yaşamalarıdır. Alman sosyolog Karl Mannheim, gerçek bir ‘kuşaksal topluluk’un oluşması için ortada somut bir bağın gerekliliğinden söz eder.
Söz konusu bağ; ortak toplumsal koşulları ve sorunları paylaşmaktan kaynaklanmaktadır. 1990’lı yıllarda Türkiye’de Müslim/Gayrimüslim azınlık kimlik grupları için bir yeniden doğuş süreci belirginleşti. Bu bağlamda, önce 500. Yıl Vakfı’nın faaliyetleri ve sonrasında Şalom gazetesinin Yahudi kimliğinin korunması ve tanıtılması konusunda giderek etkinleştiği bu dışa açılma stratejisi döneminde doğan öte yandan da 2003 saldırılarından etkilenen Yahudi gençliğinin bir kuşak oluşturduğunu düşünmekteyim. Bu kuşak, dışa açılma gayretleri ile içe kapanma eğilimini birlikte yaşayan ‘çelişkiler içinde bir kuşak’ olarak görülebilir. Burada ‘çelişkiler’, gençlerin tutumuna değil, yaşadıkları koşullara işaret etmektedir.
Yahudiler, Cumhuriyet tarihi boyunca hem entegrasyonu sağlamak hem de cemaat kimliğini korumak, kimliklerinden dolayı dışlanmamak için içe kapanmakla dışa açılmak arasında gidip gelen stratejiler geliştirmişlerdir. Biz buna kabaca kimlik stratejileri diyoruz. Yahudi kimlik stratejileri, esas olarak yaşanan travmalardan kaynaklanan, bu travmaların içinde bulunan kuşaklarca belirlendiği stratejiler olmuştur. Azınlık kimlik stratejileri, önemli ölçüde öncü sosyal aktöre bağlıdır. Hangi aktör cemaate öncülük ediyorsa, o aktör stratejide etkin olmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu stratejilerin, farklı dönemlerde cemaat ileri gelenlerinin söylem ve eylemleri üzerinden okunması doğru olacaktır.
Cumhuriyetin ilk yıllarından özellikle 1942 yılındaki azınlık karşıtı Varlık Vergisine kadar Yahudilerin heyecanla sürdürdükleri Türkleşme gayretlerinin sonucunda, esasen Müslüman olmamaklıktan dolayı Devlet ve toplum tarafından ‘Türk’ olarak görülmemek ve bunun bir diğer sonucu olarak çoğu zaman kimi yurttaşlık haklarından dahi mahrum kalmak, baskılarla karşılaşmak, ikinci bir kimlik stratejisinin uygulandığı dönemi başlattı. Bu durum Cumhuriyet döneminin ilk kuşaklarını yarım yüzyıl boyunca hayal kırıklığı ile içe kapanmaya itti. Öte yandan hayal kırıklığının bir sonucu olarak yurt dışına göçün, ıssızlaşan cemaat için bir travma etkisi yarattığını da iddia edebiliriz. Öyle ki, 1960’lardan sonra Türk sağının ayırıcı özelliklerinden biri de antikomünistliği kadar antisemit oluşudur.
İçe Kapanmadan Dışa Açılmaya Kimlik Stratejileri
Ancak, bu kapanma stratejisinin de, amacın aksine, önyargıları arttırmasından ötürü bu kez, kimlik hareketlerinin elverişli ortamı içinde ve halen de devam eden ‘dışa açılarak cemaati topluma tanıtma, tanınma, eşitlik, kimliklenerek entegrasyon strateji’sinin olduğu üçüncü dönem başladı. Aslında 1989 yılında yurt içinde ve yurt dışında Türkiye lehine lobicilik yapan bir yandan da Türkiye’de Yahudi kimliğini görünür kılan 500. Yıl Vakfı’nın kurulmasından beri açıkça egemen olan bu stratejidir.
Yahudi kimliğinin yeniden üretilmesinde 500. Yıl Vakfı’nın rolü yadsınmaz bir gerçektir. 500. Yıl Vakfı’nın Türkiye lehine geliştirdiği lobi faaliyetleri, Yahudilerin kimliklerini korumak ve damgalanan kimliklerinin itibarını kazandırmak için geliştirdikleri bir kimlik stratejisi olarak görülmelidir. Yahudi gençleri, bu dönemin, yani dışa açılarak cemaati tanıtıp kimliği koruyarak entegre olma, eşitlik arayışı çabası döneminin gençleridir. Ancak, kimliklenme açısından son derece olumlu olan bu dışa açılma süreciyle birlikte özellikle 2003 saldırılarının ve ondan sonraki dönemde artan antisemitizmin neden olduğu toplumsal travmanın da bu kuşak üzerindeki etkisi gözden kaçırılmamalıdır. Öyle ki, 2003 saldırıları geçmişi yeniden hatırlattı, dışa açılma politikasını yeniden şekillendirdi, tarihsel tedirginlikleri bir kez daha yaşatırken öte yandan da kimliği sahiplenme arzularını da belirginleştirmiştir. Son yıllarda artan antisemitizm, cemaat organlarını ve bireylerini -gençleri-, 500. Yıl Vakfı’nın kötü anıları unutmayı tercih eden tarih anlayışından uzaklaşarak, diğer azınlık gruplarına benzer bir şekilde, ‘ılımlı eleştirellik’ eksenli yeni bir toplumsal hafıza kurgusu ve söylemiyle kimliğin tanıtılması ve korunmasına yöneltmiştir.
Ele aldığımız gençlik grubu, aynı zamanda günümüz Türkiye gençliğinin içinde de değerlendirilmelidir. Yahudi gençleri, içinde farklı gençlikleri barındıran bir toplumsal grubun, sosyolog Demet Lüküslü’nün deyimiyle ‘‘Ne Kayıp bir Kuşak Ne de Ülkenin Aydınlık Geleceği’’ olan 2000’li yıllar Türkiye gençliğinin bir parçasıdır. Ancak, Yahudi gençliği, içinde bulunduğu cemaatin kültürel aktarımıyla biçimlenmiş cemaatsel kimlik stratejisini sürdüren ve 2003 travmasından önemli ölçüde etkilenmiş olduğundan kendine özgü nitelikleri olan bir cemaat-kuşak grubu da oluşturmaktadır. Gençler, eski kuşaklardan farklı olarak, Yahudi kimliklerini kaybetmekten de korkmaktadırlar. 2003 yılındaki saldırılar, Yahudilerin kolektif hafızasında geçmişi anımsatan yeni bir travma oluşturdu ve günümüz Yahudi gençlerinin kimlik stratejilerine yön verdi. Dolayısıyla, gençler, bir yandan geçmişteki gibi yaşam alanlarını kısıtlayacak kadar olmasa da günlük yaşamlarında temkinli bir tutum sergilerken bir yandan da başka grupların, özellikle Ermenilerin, kimlik hareketlerinden etkilenerek cemaat kimliğinin korunması kaygısını da taşıyorlar, bunu dert ediyorlar, eşitlik taleplerini giderek yükselen bir sesle dile getiriyorlar.
Yahudi Olmak mı? Yahudi Kalmak mı?
Gençlere göre, Yahudi kimliği hem aşınma hem de ‘saldırı’ tehdidi altındadır. Yahudi kimliğinin korunması gerektiğini düşünen gençler, bu noktada eski kuşaklarla birleşmektedirler. Gençler, Yahudilerin yüzyıllardır konuştukları dil olan Ladinonun, Cumhuriyet’in Türkleştirme politikaları nedeniyle kendi kuşaklarında konuşulamadığını ve dolayısıyla yok olmakta olduğunu, Yahudi kültürü ve dininin ise gerilediğini düşünmektedirler.
Araştırmamın sonuçlarından hareketle günümüz Yahudi gençlerinin dili artık sadece Türkçedir diyebiliriz. Dolayısıyla, bugün Türkiye’de Yahudi kimliği, Ladino dili üzerinde yükselememektedir. Ancak bu durum, gençlerin Ladinoyu önemsemedikleri anlamına gelmemektedir. Onlar, Ladinonun kaybolduğunun farkındalar ve bu nedenle asimilasyonun önüne geçilmesi için dine dayalı kültürün daha çok önem kazanması gerektiğini düşünmekteler. Kanımca, gençlerin dine yaptıkları vurgu, dindarlaşmaktan çok, dilin kaybolmasıyla birlikte kültürün, din aracılığıyla yeniden üretiminin daha da önem kazandığını düşünmelerinden kaynaklanmaktadır. Günümüz Yahudi gençlerinin Yahudi kimliği, çoğunlukla din kaynaklı bir kültüre dayanmaktadır. Dolayısıyla bugün kendilerini birleştirici unsurun [ritüellere dayalı] kültür olduğunu ve bunun da aslında dinin öğelerinden beslendiğini belirtmektedirler. Genç Yahudiler, kimliklerini eski kuşaklara göre daha fazla Türklük temelinde inşa etmekteler ve daha fazla asimile olduklarını düşünüyorlar. Dolayısıyla, Türkleşme gayretinden çok Yahudi kimliklerini koruma kaygısındalar.
Türk(lük)le Sınanmak
Gençler, Türklüğü bir kimlik olarak taşırken aynı zamanda da ‘tehdit’ olarak algılamaktadırlar. Kimlik oluşumlarının temelini oluşturan kültürel sermayenin korunmasını talep ederken bir yandan da Türklüğe vurgu yapmaktadırlar. Bu durum, eski kuşakların Türklüğe bağlı kimlik ifadeleriyle bir süreklilik göstermektedir.
Genç Yahudiler, Türklüklerinden, yani topluma entegrasyonlarından son derece eminler ancak, Yahudi gençleri toplum ve devlet tarafından hala ‘Türk’ veya eşit yurttaş olarak algılanmamaktan rahatsızlık duymaktadırlar. Bunu da esas olarak, çoğunluğun onları hala toplumun bir parçası olarak görmemesine ve cemaatin kendini korku temelli soyutlama çabalarından dolayı entegrasyonun tam olarak gerçekleşememiş olmasına bağlamaktadırlar. Aynı zamanda, kimliklerini açıkça ifade edememekten ve önyargılardan şikâyetçiler ve bu bağlamda kimliklerini her yerde ifşa etmemeye dayanan bir kimlik stratejisi uyguladıklarını ifade ettiler. Ancak, bir yandan da Türkleşmeyle birlikte cemaat kimliğinin aşınmasından şikâyetçi olmaktadırlar.
Travmanın Hafızası
Kuşakları en çok birleştiren unsur, travmayla kimlik kurmak ve antisemit tehdit algısıdır. Yeni kuşağın daha eğitimli, dünyaya daha açık, topluma ve küresel ağlara entegre olmasına karşın, özellikle 2003 saldırıları ve son yıllarda artan Yahudi karşıtı söylem ve saldırılar bu sonuca yol açmaktadır. Dolayısıyla bu durum, bir yandan Yahudi kimliğinin farklılığının anlaşılması ve bunun savunulması için tedbirlerin düşünülmesi gerekliliğini doğururken öte yandan da tehlikeli durum ve ortamlarda kimliğin gizlenmesine dayanan bir kimlik stratejisinin oluşturulmasını gerektirmektedir. Bu bağlamda, Yahudi gençlerinin, kimlik stratejilerinin temelini oluşturan kimliğin dışavurumu ile kimliğin gizlenmesini eşzamanlı olarak uyguladıklarını söyleyebiliyoruz.
Gençlerin, toplumsal ortamların, bu baskının gerçekleşip geçekleşmeyeceği hususunda belirleyiciliğinin farkında olmaları, cemaat mensuplarını steril ve dar çevrelere hapsetmiştir. Steril ortamlarda doğal olmayan bir durumu yaşadıkları, dışarıda ise her şeyin farklı olduğu algısı nedeniyle gençlerde, hem toplumdan hem de siyasi merkezden duyulan kaygının etkisini görmek mümkün. İsrail’in ulusal ve uluslararası politikalarının, Türkiye’deki Yahudilere de bakışı olumsuz yönde etkilediği ve bu nedenle antisemitizmin yükselmekte olduğu düşüncesi de sıkça dile getirildi. Gençlere göre bu durum, onları eski kuşaklardan daha şanssız kılmaktadır. Dışlanma duygusuna sahip olmadığını ifade eden gençler dahi, dışlanmanın olmadığını söylemedikleri gibi, bilinçli olarak kimliği her yerde ifşa etmemeye dayanan bir kimlik stratejisi uyguladıklarını ifade etmekteler. Gençlerin, kişisel düzeyde uyguladıkları kimlik stratejileri ve toplumsal konumları sayesinde baskı görmedikleri halde bu kaygıyı yaşadıkları ifadesi, aslında dolaylı da olsa gençlerin baskıyı hissettiklerini göstermektedir.
Günümüz Türkiye’sinde nefret söyleminin sıradanlaşması ve olağanlaşması ve işlenen nefret suçlarının cezasız kalması, son yıllarda artan sözsel ve fiziksel saldırılar, Yahudi gençlerine ebeveynlerinden işittikleri veya son yıllarda yüzleştikleri geçmişin azınlık karşıtı olaylarını hatırlatarak, onları korkuya itmektedir. Ancak gerektiğinde gizlenmenin yanı sıra, kimliği toplumsal ilişkiler içinde dışa vurmanın Yahudilere yönelik tepkileri nötralize edeceği, daha olumlu bir algının oluşacağı da ayrıca ifade edilmektedir.
Denge Stratejisi
Yahudi kimliğinin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu düşünen, korunması ve tanınması için talepte bulunan gençler, Yahudi kimliğini eski kuşaklara oranla daha az yaşamaktadırlar. Gençlerde, özellikle son yıllarda antisemitizmin yükseldiği düşüncesinden dolayı oluşan Yahudiliğe yönelik saldırı algısı, onları toplumda dikkat çekmemeye yönelik kimlik stratejileri üretmeye itmektedir.
Gençlerde belirgin olan toplumdan dışlanma korkusu, cemaat tarihleri travmalarla geçmiş Yahudi gençlerinin dışa açılmalarını engelleyen bir olgudur. Ancak bu durum, onların, 1990’lı yıllarda cemaatte bir dışa açılma stratejisiyle başlayan sürecin bir parçası ve sürükleyicisi olmadıkları anlamına gelmez. Kimliğin korunması ve tanıtılması bağlamında toplumla daha fazla temasa geçilmesinin gerekliliği sıkça dile getirilmektedir. Dolayısıyla gençlerin, dışa açılma ile içe kapanma stratejilerini eşzamanlı olarak sürdürdükleri, bu nedenle hem kimliklerinden kopmamak hem de kapalı bir cemaat oluşturmamak ve antisemitizm mağduru olmamak kaygısıyla bir denge oluşturmaya çalıştıkları görülmektedir.
Not: Bu saha araştırması için yapılmış görüşmeleri merak edenler, bu haftadan itibaren her Pazar Avlaremoz’un Yahudi Gençleri Anlatıyor köşesinden bu görüşmeleri takip edebilirler.
e-mail: [email protected]
Genel olarak gençler üzerine akademik çalışmaların az olduğu ülkemizde maalesef gayrimüslim azınlık gençleri üzerine neredeyse hiçbir akademik çalışma bulunmamaktadır. Okumakta olduğunuz metin Yahudi gençlerle yapılan görüşmelere dayanan bir saha araştırmasının verileriyle hazırlanmıştır. Söz konusu araştırma 2012 yılında Türkiye’de 22-31 yaş grubundan beş kadın beş erkek toplam 10 Yahudi genci ile derinlemesine görüşmelerle gerçekleştirilmiştir.
Yahudi gençleri, Türkiye’de 1990’lı yılların başında oluşan kimlik hareketlerinden etkilenen Yahudi cemaatinin kimliği koruyarak ulusa entegrasyon amaçlı dışa açılma stratejisi dönemi içinde doğan bir kuşaktır. Hem de 2003 Sinagog saldırılarını ve bu süreçle birlikte artmaya başlayan antisemitizmi çocukluk ya da ilk gençliklerinde yaşayanlardır. Bu gençlerin kuşak olarak ayırıcı özellikleri, Yahudi olma ile Yahudiliği yitirme kaygısını eşzamanlı olarak yaşamalarıdır. Alman sosyolog Karl Mannheim, gerçek bir ‘kuşaksal topluluk’un oluşması için ortada somut bir bağın gerekliliğinden söz eder.
Söz konusu bağ; ortak toplumsal koşulları ve sorunları paylaşmaktan kaynaklanmaktadır. 1990’lı yıllarda Türkiye’de Müslim/Gayrimüslim azınlık kimlik grupları için bir yeniden doğuş süreci belirginleşti. Bu bağlamda, önce 500. Yıl Vakfı’nın faaliyetleri ve sonrasında Şalom gazetesinin Yahudi kimliğinin korunması ve tanıtılması konusunda giderek etkinleştiği bu dışa açılma stratejisi döneminde doğan öte yandan da 2003 saldırılarından etkilenen Yahudi gençliğinin bir kuşak oluşturduğunu düşünmekteyim. Bu kuşak, dışa açılma gayretleri ile içe kapanma eğilimini birlikte yaşayan ‘çelişkiler içinde bir kuşak’ olarak görülebilir. Burada ‘çelişkiler’, gençlerin tutumuna değil, yaşadıkları koşullara işaret etmektedir.
Yahudiler, Cumhuriyet tarihi boyunca hem entegrasyonu sağlamak hem de cemaat kimliğini korumak, kimliklerinden dolayı dışlanmamak için içe kapanmakla dışa açılmak arasında gidip gelen stratejiler geliştirmişlerdir. Biz buna kabaca kimlik stratejileri diyoruz. Yahudi kimlik stratejileri, esas olarak yaşanan travmalardan kaynaklanan, bu travmaların içinde bulunan kuşaklarca belirlendiği stratejiler olmuştur. Azınlık kimlik stratejileri, önemli ölçüde öncü sosyal aktöre bağlıdır. Hangi aktör cemaate öncülük ediyorsa, o aktör stratejide etkin olmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu stratejilerin, farklı dönemlerde cemaat ileri gelenlerinin söylem ve eylemleri üzerinden okunması doğru olacaktır.
Cumhuriyetin ilk yıllarından özellikle 1942 yılındaki azınlık karşıtı Varlık Vergisine kadar Yahudilerin heyecanla sürdürdükleri Türkleşme gayretlerinin sonucunda, esasen Müslüman olmamaklıktan dolayı Devlet ve toplum tarafından ‘Türk’ olarak görülmemek ve bunun bir diğer sonucu olarak çoğu zaman kimi yurttaşlık haklarından dahi mahrum kalmak, baskılarla karşılaşmak, ikinci bir kimlik stratejisinin uygulandığı dönemi başlattı. Bu durum Cumhuriyet döneminin ilk kuşaklarını yarım yüzyıl boyunca hayal kırıklığı ile içe kapanmaya itti. Öte yandan hayal kırıklığının bir sonucu olarak yurt dışına göçün, ıssızlaşan cemaat için bir travma etkisi yarattığını da iddia edebiliriz. Öyle ki, 1960’lardan sonra Türk sağının ayırıcı özelliklerinden biri de antikomünistliği kadar antisemit oluşudur.
İçe Kapanmadan Dışa Açılmaya Kimlik Stratejileri
Ancak, bu kapanma stratejisinin de, amacın aksine, önyargıları arttırmasından ötürü bu kez, kimlik hareketlerinin elverişli ortamı içinde ve halen de devam eden ‘dışa açılarak cemaati topluma tanıtma, tanınma, eşitlik, kimliklenerek entegrasyon strateji’sinin olduğu üçüncü dönem başladı. Aslında 1989 yılında yurt içinde ve yurt dışında Türkiye lehine lobicilik yapan bir yandan da Türkiye’de Yahudi kimliğini görünür kılan 500. Yıl Vakfı’nın kurulmasından beri açıkça egemen olan bu stratejidir.
Yahudi kimliğinin yeniden üretilmesinde 500. Yıl Vakfı’nın rolü yadsınmaz bir gerçektir. 500. Yıl Vakfı’nın Türkiye lehine geliştirdiği lobi faaliyetleri, Yahudilerin kimliklerini korumak ve damgalanan kimliklerinin itibarını kazandırmak için geliştirdikleri bir kimlik stratejisi olarak görülmelidir. Yahudi gençleri, bu dönemin, yani dışa açılarak cemaati tanıtıp kimliği koruyarak entegre olma, eşitlik arayışı çabası döneminin gençleridir. Ancak, kimliklenme açısından son derece olumlu olan bu dışa açılma süreciyle birlikte özellikle 2003 saldırılarının ve ondan sonraki dönemde artan antisemitizmin neden olduğu toplumsal travmanın da bu kuşak üzerindeki etkisi gözden kaçırılmamalıdır. Öyle ki, 2003 saldırıları geçmişi yeniden hatırlattı, dışa açılma politikasını yeniden şekillendirdi, tarihsel tedirginlikleri bir kez daha yaşatırken öte yandan da kimliği sahiplenme arzularını da belirginleştirmiştir. Son yıllarda artan antisemitizm, cemaat organlarını ve bireylerini -gençleri-, 500. Yıl Vakfı’nın kötü anıları unutmayı tercih eden tarih anlayışından uzaklaşarak, diğer azınlık gruplarına benzer bir şekilde, ‘ılımlı eleştirellik’ eksenli yeni bir toplumsal hafıza kurgusu ve söylemiyle kimliğin tanıtılması ve korunmasına yöneltmiştir.
Ele aldığımız gençlik grubu, aynı zamanda günümüz Türkiye gençliğinin içinde de değerlendirilmelidir. Yahudi gençleri, içinde farklı gençlikleri barındıran bir toplumsal grubun, sosyolog Demet Lüküslü’nün deyimiyle ‘‘Ne Kayıp bir Kuşak Ne de Ülkenin Aydınlık Geleceği’’ olan 2000’li yıllar Türkiye gençliğinin bir parçasıdır. Ancak, Yahudi gençliği, içinde bulunduğu cemaatin kültürel aktarımıyla biçimlenmiş cemaatsel kimlik stratejisini sürdüren ve 2003 travmasından önemli ölçüde etkilenmiş olduğundan kendine özgü nitelikleri olan bir cemaat-kuşak grubu da oluşturmaktadır. Gençler, eski kuşaklardan farklı olarak, Yahudi kimliklerini kaybetmekten de korkmaktadırlar. 2003 yılındaki saldırılar, Yahudilerin kolektif hafızasında geçmişi anımsatan yeni bir travma oluşturdu ve günümüz Yahudi gençlerinin kimlik stratejilerine yön verdi. Dolayısıyla, gençler, bir yandan geçmişteki gibi yaşam alanlarını kısıtlayacak kadar olmasa da günlük yaşamlarında temkinli bir tutum sergilerken bir yandan da başka grupların, özellikle Ermenilerin, kimlik hareketlerinden etkilenerek cemaat kimliğinin korunması kaygısını da taşıyorlar, bunu dert ediyorlar, eşitlik taleplerini giderek yükselen bir sesle dile getiriyorlar.
Yahudi Olmak mı? Yahudi Kalmak mı?
Gençlere göre, Yahudi kimliği hem aşınma hem de ‘saldırı’ tehdidi altındadır. Yahudi kimliğinin korunması gerektiğini düşünen gençler, bu noktada eski kuşaklarla birleşmektedirler. Gençler, Yahudilerin yüzyıllardır konuştukları dil olan Ladinonun, Cumhuriyet’in Türkleştirme politikaları nedeniyle kendi kuşaklarında konuşulamadığını ve dolayısıyla yok olmakta olduğunu, Yahudi kültürü ve dininin ise gerilediğini düşünmektedirler.
Araştırmamın sonuçlarından hareketle günümüz Yahudi gençlerinin dili artık sadece Türkçedir diyebiliriz. Dolayısıyla, bugün Türkiye’de Yahudi kimliği, Ladino dili üzerinde yükselememektedir. Ancak bu durum, gençlerin Ladinoyu önemsemedikleri anlamına gelmemektedir. Onlar, Ladinonun kaybolduğunun farkındalar ve bu nedenle asimilasyonun önüne geçilmesi için dine dayalı kültürün daha çok önem kazanması gerektiğini düşünmekteler. Kanımca, gençlerin dine yaptıkları vurgu, dindarlaşmaktan çok, dilin kaybolmasıyla birlikte kültürün, din aracılığıyla yeniden üretiminin daha da önem kazandığını düşünmelerinden kaynaklanmaktadır. Günümüz Yahudi gençlerinin Yahudi kimliği, çoğunlukla din kaynaklı bir kültüre dayanmaktadır. Dolayısıyla bugün kendilerini birleştirici unsurun [ritüellere dayalı] kültür olduğunu ve bunun da aslında dinin öğelerinden beslendiğini belirtmektedirler. Genç Yahudiler, kimliklerini eski kuşaklara göre daha fazla Türklük temelinde inşa etmekteler ve daha fazla asimile olduklarını düşünüyorlar. Dolayısıyla, Türkleşme gayretinden çok Yahudi kimliklerini koruma kaygısındalar.
Türk(lük)le Sınanmak
Gençler, Türklüğü bir kimlik olarak taşırken aynı zamanda da ‘tehdit’ olarak algılamaktadırlar. Kimlik oluşumlarının temelini oluşturan kültürel sermayenin korunmasını talep ederken bir yandan da Türklüğe vurgu yapmaktadırlar. Bu durum, eski kuşakların Türklüğe bağlı kimlik ifadeleriyle bir süreklilik göstermektedir.
Genç Yahudiler, Türklüklerinden, yani topluma entegrasyonlarından son derece eminler ancak, Yahudi gençleri toplum ve devlet tarafından hala ‘Türk’ veya eşit yurttaş olarak algılanmamaktan rahatsızlık duymaktadırlar. Bunu da esas olarak, çoğunluğun onları hala toplumun bir parçası olarak görmemesine ve cemaatin kendini korku temelli soyutlama çabalarından dolayı entegrasyonun tam olarak gerçekleşememiş olmasına bağlamaktadırlar. Aynı zamanda, kimliklerini açıkça ifade edememekten ve önyargılardan şikâyetçiler ve bu bağlamda kimliklerini her yerde ifşa etmemeye dayanan bir kimlik stratejisi uyguladıklarını ifade ettiler. Ancak, bir yandan da Türkleşmeyle birlikte cemaat kimliğinin aşınmasından şikâyetçi olmaktadırlar.
Travmanın Hafızası
Kuşakları en çok birleştiren unsur, travmayla kimlik kurmak ve antisemit tehdit algısıdır. Yeni kuşağın daha eğitimli, dünyaya daha açık, topluma ve küresel ağlara entegre olmasına karşın, özellikle 2003 saldırıları ve son yıllarda artan Yahudi karşıtı söylem ve saldırılar bu sonuca yol açmaktadır. Dolayısıyla bu durum, bir yandan Yahudi kimliğinin farklılığının anlaşılması ve bunun savunulması için tedbirlerin düşünülmesi gerekliliğini doğururken öte yandan da tehlikeli durum ve ortamlarda kimliğin gizlenmesine dayanan bir kimlik stratejisinin oluşturulmasını gerektirmektedir. Bu bağlamda, Yahudi gençlerinin, kimlik stratejilerinin temelini oluşturan kimliğin dışavurumu ile kimliğin gizlenmesini eşzamanlı olarak uyguladıklarını söyleyebiliyoruz.
Gençlerin, toplumsal ortamların, bu baskının gerçekleşip geçekleşmeyeceği hususunda belirleyiciliğinin farkında olmaları, cemaat mensuplarını steril ve dar çevrelere hapsetmiştir. Steril ortamlarda doğal olmayan bir durumu yaşadıkları, dışarıda ise her şeyin farklı olduğu algısı nedeniyle gençlerde, hem toplumdan hem de siyasi merkezden duyulan kaygının etkisini görmek mümkün. İsrail’in ulusal ve uluslararası politikalarının, Türkiye’deki Yahudilere de bakışı olumsuz yönde etkilediği ve bu nedenle antisemitizmin yükselmekte olduğu düşüncesi de sıkça dile getirildi. Gençlere göre bu durum, onları eski kuşaklardan daha şanssız kılmaktadır. Dışlanma duygusuna sahip olmadığını ifade eden gençler dahi, dışlanmanın olmadığını söylemedikleri gibi, bilinçli olarak kimliği her yerde ifşa etmemeye dayanan bir kimlik stratejisi uyguladıklarını ifade etmekteler. Gençlerin, kişisel düzeyde uyguladıkları kimlik stratejileri ve toplumsal konumları sayesinde baskı görmedikleri halde bu kaygıyı yaşadıkları ifadesi, aslında dolaylı da olsa gençlerin baskıyı hissettiklerini göstermektedir.
Günümüz Türkiye’sinde nefret söyleminin sıradanlaşması ve olağanlaşması ve işlenen nefret suçlarının cezasız kalması, son yıllarda artan sözsel ve fiziksel saldırılar, Yahudi gençlerine ebeveynlerinden işittikleri veya son yıllarda yüzleştikleri geçmişin azınlık karşıtı olaylarını hatırlatarak, onları korkuya itmektedir. Ancak gerektiğinde gizlenmenin yanı sıra, kimliği toplumsal ilişkiler içinde dışa vurmanın Yahudilere yönelik tepkileri nötralize edeceği, daha olumlu bir algının oluşacağı da ayrıca ifade edilmektedir.
Denge Stratejisi
Yahudi kimliğinin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu düşünen, korunması ve tanınması için talepte bulunan gençler, Yahudi kimliğini eski kuşaklara oranla daha az yaşamaktadırlar. Gençlerde, özellikle son yıllarda antisemitizmin yükseldiği düşüncesinden dolayı oluşan Yahudiliğe yönelik saldırı algısı, onları toplumda dikkat çekmemeye yönelik kimlik stratejileri üretmeye itmektedir.
Gençlerde belirgin olan toplumdan dışlanma korkusu, cemaat tarihleri travmalarla geçmiş Yahudi gençlerinin dışa açılmalarını engelleyen bir olgudur. Ancak bu durum, onların, 1990’lı yıllarda cemaatte bir dışa açılma stratejisiyle başlayan sürecin bir parçası ve sürükleyicisi olmadıkları anlamına gelmez. Kimliğin korunması ve tanıtılması bağlamında toplumla daha fazla temasa geçilmesinin gerekliliği sıkça dile getirilmektedir. Dolayısıyla gençlerin, dışa açılma ile içe kapanma stratejilerini eşzamanlı olarak sürdürdükleri, bu nedenle hem kimliklerinden kopmamak hem de kapalı bir cemaat oluşturmamak ve antisemitizm mağduru olmamak kaygısıyla bir denge oluşturmaya çalıştıkları görülmektedir.
Not: Bu saha araştırması için yapılmış görüşmeleri merak edenler, bu haftadan itibaren her Pazar Avlaremoz’un Yahudi Gençleri Anlatıyor köşesinden bu görüşmeleri takip edebilirler.
e-mail: [email protected]
Paylaş: