Yıldız Tilbe’nin Turkcell’in 14 Şubat için reklam yüzü olması ile başlayan eleştiri dalgası, Turkcell Genel Müdürü Kaan Terzioğlu’nun dün Twitter hesabından yaptığı, reklamı yayından kaldırdıklarını söyleyen ve buna neden ihtiyaç duyduklarını açıklayan gönderisi ile azaldı.
Bu süreç, “Ne gerek vardı ya?”, “Yıldız Tilbe’yi mi ciddiye alıyorsunuz, yapmayın Allahaşkına!”, “Bir tek bu kadına güçleri yeter zaten!”, “İyi de kadın özür dilemiş yani”, “Bu kadın politikacı değil sonuçta şarkıcı, reklam da gayet güzel olmuş bence, bunun onunla ne alakası var?!” şeklinde ikinci bir tartışmayı da beraberinde getirdi.
Tilbe’nin Hitler’e “adamcağız” diyerek haklılığını savunduğu ve Yahudilerin sonunun Müslümanlar tarafından getirilmesi için dua ettiği Twitter açıklamalarının vehametinde hemfikir olduğum kişilerle dahi, bu durumun neden ses çıkarmayı gerektirdiği noktasında buluşamadım. Madem öyle, o noktaya nasıl geldiğimi ve bu reklamdan neden çok rahatsız olduğumu anlatayım.
İnsanlar bir vesileyle ünlü oluyorlar ama sonunda bir bütün olarak ciddiye alınıyorlar ve toplumda her öne çıkanı ciddiye alabilecek bir kesim bulmak mümkün. Yıldız Tilbe’nin şarkı söyleme biçimi, bende “Eyvah bir şey oldu! Çok fena bağırıyor birisi, koşun hastaneye götürelim, birinin başına bir şey geldi!” şeklinde sevimsiz hisler yaratsa da, hatrı sayılır bir topluluk için aynı kişi, dünya üstünde onları anlayan tek insan. Kimse sözcükleri onun gibi yan yana dizemiyor, hiçbir şarkı onunkiler gibi “damar” olmuyor… Besteler onun aşk dolu kalbinden aman da nasıl fışkırıyor… O doğru bildiğini söyler, o lafını esirgemez, o dürüst, o ne derse doğru! Daha ileri götürenler de var. Onlar için o “cesareti” yok mu! “Gitti dünyayı yöneten, katilliğinden sual olunmayan İsrail’e” bile meydan okudu o çıtı pıtı minyon fiziğiyle! Nasıl okudu? “Hitler az bile yapmış” diyerek.
Sonra ne oldu? Değil bir yaptırımla karşılaşmak, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek dahil birçok kişi tarafından alkışlandı, alkışlatıldı. Ne de olsa Hitler’i savunmak bu topraklarda kabul edilebilirdi. Buna tepki gösterenler de “Onu mu ciddiye alıyorsunuz yyyhhhheeeaaa” diye savuşturulabilirdi.
Peki ben, bu utanmazlık çağında yaşamaktan rahatsızlık duyan biri olarak ne yapabilirim? Tilbe elbet şarkı da söyleyecek, tweet de atacak…
Ben ancak Yıldız Tilbe’ye yönelik eleştirilerimi bas bas bağırarak duyurmaya çalışabilirim. Bir ülkeyi eleştireyim derken 1,5 milyonu çocuk 6 milyon masumun katlinin ona yetersiz kalmış olduğunu ifade ettiğini unutanların hafızasını tazeleyebilirim. Kurulabilecek en kötücül cümleleri kurmuş olduğu için, ağzından çıkanlar neredeyse nefret söyleminin tanımını yapmış olduğu, antisemitizmden başka hiçbir şeyle açıklanamayacağı ve modern antisemitizmin en yaygın jargonunu kullandığı için ondaki bu lekenin görülmesini sağlayabilirim.
Bu cümlelerin sıradan olmadığını, en gerçek tehlikenin bunun sıradanlaştırılması ile geleceğini söyleyebilirim. Herhangi bir markanın kendine bunu yakıştırmaması gerektiğini, yok eğer yakıştırırsa da bu durumun söz konusu söylemleri mazur gördüğüne ve/veya taraftarı olduğuna işaret ettiğini anlatabilirim. O markanın yüzü olmasının aksine; yüzündeki lekenin yüzüne çarpılmasını sağlayabilirim. En önemlisi, sarfedilmiş bu cümleleri, samimi ve net bir pişmanlık ifadesi, bir özür metni olmadan asla sessiz kalamayacağımı tekrar tekrar dile getirebilirim.
Yıldız Tilbe’nin 2014’teki ifadeleri asla normalleştirilemez, görmezden gelinemez ve ben bu fikirlerin, bu zihniyetin yayılmasının önünü kesebilirim; en azından buna çalışabilirim. Yani ben, en temelde, bu neo-nazi söylemlerin çağın utanmama trendine ters bir şekilde, leke bırakan, itibarsızlaştıran, utanç unsurları olmasının peşinde olabilirim.
Asıl bunları yapmazsam/yapmazsak; bu tip hassasiyetlerin köreltilmesiyle iyice gamsızlaşmışların arasında, yaralarımız ve kırgınlıklarımız kucağımızda, daha çok sıkışır kalırız ve bu zihniyet kendi kendini doğurmaya devam eder…
Yıldız Tilbe’nin Turkcell’in 14 Şubat için reklam yüzü olması ile başlayan eleştiri dalgası, Turkcell Genel Müdürü Kaan Terzioğlu’nun dün Twitter hesabından yaptığı, reklamı yayından kaldırdıklarını söyleyen ve buna neden ihtiyaç duyduklarını açıklayan gönderisi ile azaldı.
Bu süreç, “Ne gerek vardı ya?”, “Yıldız Tilbe’yi mi ciddiye alıyorsunuz, yapmayın Allahaşkına!”, “Bir tek bu kadına güçleri yeter zaten!”, “İyi de kadın özür dilemiş yani”, “Bu kadın politikacı değil sonuçta şarkıcı, reklam da gayet güzel olmuş bence, bunun onunla ne alakası var?!” şeklinde ikinci bir tartışmayı da beraberinde getirdi.
Tilbe’nin Hitler’e “adamcağız” diyerek haklılığını savunduğu ve Yahudilerin sonunun Müslümanlar tarafından getirilmesi için dua ettiği Twitter açıklamalarının vehametinde hemfikir olduğum kişilerle dahi, bu durumun neden ses çıkarmayı gerektirdiği noktasında buluşamadım. Madem öyle, o noktaya nasıl geldiğimi ve bu reklamdan neden çok rahatsız olduğumu anlatayım.
İnsanlar bir vesileyle ünlü oluyorlar ama sonunda bir bütün olarak ciddiye alınıyorlar ve toplumda her öne çıkanı ciddiye alabilecek bir kesim bulmak mümkün. Yıldız Tilbe’nin şarkı söyleme biçimi, bende “Eyvah bir şey oldu! Çok fena bağırıyor birisi, koşun hastaneye götürelim, birinin başına bir şey geldi!” şeklinde sevimsiz hisler yaratsa da, hatrı sayılır bir topluluk için aynı kişi, dünya üstünde onları anlayan tek insan. Kimse sözcükleri onun gibi yan yana dizemiyor, hiçbir şarkı onunkiler gibi “damar” olmuyor… Besteler onun aşk dolu kalbinden aman da nasıl fışkırıyor… O doğru bildiğini söyler, o lafını esirgemez, o dürüst, o ne derse doğru! Daha ileri götürenler de var. Onlar için o “cesareti” yok mu! “Gitti dünyayı yöneten, katilliğinden sual olunmayan İsrail’e” bile meydan okudu o çıtı pıtı minyon fiziğiyle! Nasıl okudu? “Hitler az bile yapmış” diyerek.
Sonra ne oldu? Değil bir yaptırımla karşılaşmak, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek dahil birçok kişi tarafından alkışlandı, alkışlatıldı. Ne de olsa Hitler’i savunmak bu topraklarda kabul edilebilirdi. Buna tepki gösterenler de “Onu mu ciddiye alıyorsunuz yyyhhhheeeaaa” diye savuşturulabilirdi.
Peki ben, bu utanmazlık çağında yaşamaktan rahatsızlık duyan biri olarak ne yapabilirim? Tilbe elbet şarkı da söyleyecek, tweet de atacak…
Ben ancak Yıldız Tilbe’ye yönelik eleştirilerimi bas bas bağırarak duyurmaya çalışabilirim. Bir ülkeyi eleştireyim derken 1,5 milyonu çocuk 6 milyon masumun katlinin ona yetersiz kalmış olduğunu ifade ettiğini unutanların hafızasını tazeleyebilirim. Kurulabilecek en kötücül cümleleri kurmuş olduğu için, ağzından çıkanlar neredeyse nefret söyleminin tanımını yapmış olduğu, antisemitizmden başka hiçbir şeyle açıklanamayacağı ve modern antisemitizmin en yaygın jargonunu kullandığı için ondaki bu lekenin görülmesini sağlayabilirim.
Bu cümlelerin sıradan olmadığını, en gerçek tehlikenin bunun sıradanlaştırılması ile geleceğini söyleyebilirim. Herhangi bir markanın kendine bunu yakıştırmaması gerektiğini, yok eğer yakıştırırsa da bu durumun söz konusu söylemleri mazur gördüğüne ve/veya taraftarı olduğuna işaret ettiğini anlatabilirim. O markanın yüzü olmasının aksine; yüzündeki lekenin yüzüne çarpılmasını sağlayabilirim. En önemlisi, sarfedilmiş bu cümleleri, samimi ve net bir pişmanlık ifadesi, bir özür metni olmadan asla sessiz kalamayacağımı tekrar tekrar dile getirebilirim.
Yıldız Tilbe’nin 2014’teki ifadeleri asla normalleştirilemez, görmezden gelinemez ve ben bu fikirlerin, bu zihniyetin yayılmasının önünü kesebilirim; en azından buna çalışabilirim. Yani ben, en temelde, bu neo-nazi söylemlerin çağın utanmama trendine ters bir şekilde, leke bırakan, itibarsızlaştıran, utanç unsurları olmasının peşinde olabilirim.
Asıl bunları yapmazsam/yapmazsak; bu tip hassasiyetlerin köreltilmesiyle iyice gamsızlaşmışların arasında, yaralarımız ve kırgınlıklarımız kucağımızda, daha çok sıkışır kalırız ve bu zihniyet kendi kendini doğurmaya devam eder…
Paylaş: