Saul’un Oğlu’nun ödül yolculuğu devam ediyor. Macar filmi ilk kez gösterildiği Cannes Film Festivali’nden Gran Prix ödülüyle dönmüştü. Daha sonra Altın Küre’ye layık görülen film bu kez de en iyi yabancı film dalında Oscar ödülüne aday oldu.
Yönetmen Laszlo Nemes beyaz perdede defalarca işlenmiş olan Yahudi soykırımına farklı bir açıdan yaklaştığını savunuyor, bunun son yorumunu ise izleyiciler yapacak: “Film bir toplama kampında geçiyor. Amaç kampa içeriden bir bakışı sunabilmekti. Dışarıdan bir bakışın ötesine geçildiğinde bunun birçok kişinin farkındalığını arttıracağını düşündüm.”
II. Dünya Savaşı’nın sonlarının yaklaştığı 1944 yılı Ekim ayında Saul Auschwitz’de kadavraların yakılmasıyla görevli, Macar Yahudisi bir mahkum. Bir gün yakılması istenen kadavralardan birinin oğluna çok benzediğini fark ediyor ve onun yakılmayıp gömülmesi için bir haham bulmaya çalışıyor.
Görüntü yönetmeni Matyas Erdely farklı tekniklerle kahramanların üzerindeki duygu yükünü izleyicilerin üzerine de taşıyor:
“Kolayca izlenen bir film olmaması bizim için önemliydi. Aksi halde bir buçuk saat kolayca geçip gidiverirdi ve bu da filmin hikayesiyle hiç uyumlu olmazdı. Öyle bir açı yakalamalıydık ki, izleyiciyi tutup bu deliliğin içine çekmeli ve kolayca arkasını dönüp gitmesine izin vermemeliydik.”
Yönetmen Laszlo Nemes’in ilk uzun metrajlı filmi Saul’un Oğlu henüz izleyiciyle buluştuğu ilk festival olan Cannes’da aldığı Gran Prix ödülüyle ışıltılı bir kırmızı halı serüveni olacağının sinyallerini vermişti.
Istvan Szabo’nun filmi Mephisto 1981 yılında bu ödüle layık görülmüş ve o tarihten bugüne başka bir Macar filmi Oscar alamamıştı. Geza Röhrig’in etkileyici bir performansla başrol oynadığı “Saul’un Oğlu” Altın Küre’nin ardından Oscar için de güçlü bir aday.
Yapımcı Gabor Piros da filmin soykırımı kitlelere hatırlatmasına vurgu yapıyor: “Film yeni bir ses verip izleyiciyle yeni bir bağ kurabiliyor. Tanıklarının giderek azaldığı bugünlerde holokost dediğimiz bu soykırımı daha önce yapılmamış bir şekilde işliyor.”
80’den fazla ülke sinemasında gösterilecek olan “Saul’un Oğlu” Türkiye’de Şubat ayında vizyona giriyor.
Kaynak: Euronews
Saul’un Oğlu’nun ödül yolculuğu devam ediyor. Macar filmi ilk kez gösterildiği Cannes Film Festivali’nden Gran Prix ödülüyle dönmüştü. Daha sonra Altın Küre’ye layık görülen film bu kez de en iyi yabancı film dalında Oscar ödülüne aday oldu.
Yönetmen Laszlo Nemes beyaz perdede defalarca işlenmiş olan Yahudi soykırımına farklı bir açıdan yaklaştığını savunuyor, bunun son yorumunu ise izleyiciler yapacak:
“Film bir toplama kampında geçiyor. Amaç kampa içeriden bir bakışı sunabilmekti. Dışarıdan bir bakışın ötesine geçildiğinde bunun birçok kişinin farkındalığını arttıracağını düşündüm.”
II. Dünya Savaşı’nın sonlarının yaklaştığı 1944 yılı Ekim ayında Saul Auschwitz’de kadavraların yakılmasıyla görevli, Macar Yahudisi bir mahkum. Bir gün yakılması istenen kadavralardan birinin oğluna çok benzediğini fark ediyor ve onun yakılmayıp gömülmesi için bir haham bulmaya çalışıyor.
Görüntü yönetmeni Matyas Erdely farklı tekniklerle kahramanların üzerindeki duygu yükünü izleyicilerin üzerine de taşıyor:
“Kolayca izlenen bir film olmaması bizim için önemliydi. Aksi halde bir buçuk saat kolayca geçip gidiverirdi ve bu da filmin hikayesiyle hiç uyumlu olmazdı. Öyle bir açı yakalamalıydık ki, izleyiciyi tutup bu deliliğin içine çekmeli ve kolayca arkasını dönüp gitmesine izin vermemeliydik.”
Yönetmen Laszlo Nemes’in ilk uzun metrajlı filmi Saul’un Oğlu henüz izleyiciyle buluştuğu ilk festival olan Cannes’da aldığı Gran Prix ödülüyle ışıltılı bir kırmızı halı serüveni olacağının sinyallerini vermişti.
Istvan Szabo’nun filmi Mephisto 1981 yılında bu ödüle layık görülmüş ve o tarihten bugüne başka bir Macar filmi Oscar alamamıştı. Geza Röhrig’in etkileyici bir performansla başrol oynadığı “Saul’un Oğlu” Altın Küre’nin ardından Oscar için de güçlü bir aday.
Yapımcı Gabor Piros da filmin soykırımı kitlelere hatırlatmasına vurgu yapıyor:
“Film yeni bir ses verip izleyiciyle yeni bir bağ kurabiliyor. Tanıklarının giderek azaldığı bugünlerde holokost dediğimiz bu soykırımı daha önce yapılmamış bir şekilde işliyor.”
80’den fazla ülke sinemasında gösterilecek olan “Saul’un Oğlu” Türkiye’de Şubat ayında vizyona giriyor.
Paylaş: