Norayr Olgar
Doğduğu, büyüdüğü topraklardan onu koparanlara, halkını katledenlere geçmişini silmeye çalışanlara bir daha asla demek için bir mücadele ruhu Misak Manuşyan. Soykırımın yükünü sırtında yüklemiş Suriye yetimhanesinin çocuk şairi, Marsilya’da marangoz, Paris’te makine sesleri arasında direnişçi bir işçi. Levallois, Belleville, Clichy, Saint-Ouen, Montrouge, Issy-les-Moulineaux semtlerinde Naziler’e geçit vermeyen enternasyonalist bir devrimci Manuşyan.
Misak Manuşyan köylü bir ailenin çocuğu olarak Adıyaman’da doğdu. Babası I. Dünya savaşı arifesinde bölgede yaşanan çatışmalarda öldürüldü. Savaşın getirdiği açlık ve yoksulluğa dayanamayan annesi de kıtlıkta öldü. Soykırımın tüm vahşetiyle bölgeye yayıldığı yıllarda yani 1915’te bir Kürt aile Misak ve kardeşini himayesine aldı ve evinde sakladı. Manuşyan kardeşlerin yetimhane yılları da bölgede sağ kalmış yetimleri arayan Ermeni kilisesi temsilcilerinin bir gün Kürt ailenin kapısını çalmasıyla başladı. Artık Misak ve kardeşi Garabet Erzurum’dan, Van’dan, Bitlis’ten, Adana’dan, Kars’tan aileleri katledilmiş, köyleri yakılmış pek çok yetim Ermeni gibi Suriye’deki Cünye Ermeni Yetimhanesi’ndeydi.
Yetimhane yıllarında yarım kalan ana dilini geliştirdi ve çocuk yaşında yaşadığı büyük dram ona hüznün ve mücadelenin bir arada olduğu bazen de hiciv dolu ilk şiirlerini yazdırdı. Bu yıllarda yetimhanede kurulan atölyede marangozluğu öğrendi.
Suriye’deki yetimhane yıllarından sonra Marsilya’ya gitmek üzere bindiği gemide “Devrimin, özgürlüğün ve kültürün ülkesi” diye yazacaktı Fransa’ya dair umutlarını şiirinde. 19 yaşında Marsilya limanına ayak bastığında yanında kardeşi Garabet’ten başkası yoktu. Bir süre yetimhane yıllarında öğrendiği marangozluğu yaptıktan sonra kardeşiyle birlikte Paris’e yerleşmeye karar verdiler.
Paris’te Vircingétorix sokakta küçük bir otele yerleştiler. Artık Misak “makinelerin cehennemi gürültüleri arasında” diye bahsedeceği bir araba fabrikada tornacı olarak çalışıyordu. Kısa bir süre sonra kardeşi Garabet’in hastalanmasıyla birlikte onun masraflarını karşılayabilmek için daha fazla çalışmaya başladı ta ki ziyaretine gittiği bir gün onun ölüm haberini alıncaya dek.
Fabrikada çalıştığı yıllar ve bir göçmen işçi olmanın zorluğu onda dayanışma kültürü ile birlikte sınıf bilincini de geliştirdi ve bu dönemde, Fransız Komünist Partisi’ne yakın bir işçi sendikasında örgütlendi. 1929 küresel krizinde Manuşyan ilk işten çıkarılan göçmen işçilerden biriydi. Artık işsizdi, ressam ve heykeltıraşlara modellik yaparak çok az bir para kazanıyordu. O kadar az para kazanıyordu ki genellikle geceyi bir kafede kütüphanelerin açılmasını beklerken geçiriyordu.
Edebiyat çalışmalarına kendi şiirleri ve yazılarının yanında Keğam Atmacıyan’la birlikte çıkardığı ‘Çank’ (Çaba) ve ‘Mışaguyt’ (Kültür) adlı dergileri çıkararak devam etti. Daha sonra 1935-1937 yılları arasında yayınlanan Zanku Gazetesinde fabrika yıllarında tecrübe edindiği işçi sınıfının sömürüsü ve faşizm karşıtı mücadeleye dair yazılar yazacaktı. Sorbonne üniversitesinde edebiyat, siyaset, felsefe ve ekonomi politik derslerine misafir olarak katıldı. Yine bu yıllarda Sovyet Ermenistan’a Yardım Komitesi’ne katıldı. Kısa sürede Fransa’daki Ermeni toplumu içerisinde yürüttüğü kültürel faaliyetle öne çıkan bir kişilik oldu. Sovyet Ermenistan’a Yardım Komitesinde faaliyet gösterdiği yıllarda hayat arkadaşı Meline ile tanıştı. Meline de aynı kendisi gibi doğduğu topraklarda soykırımdan sonra hayatta kalan yetimlerden biriydi. Onun da çocukluk yılları Manuşyan’dan farkı değildi. Yunanistan’daki bir yetimhanede büyüdükten sonra Paris’e gelmişti.
1934 yılında Manuşyan artık bir Komünist Parti üyesiydi. Kendisi gibi Fransa’daki göçmen işçilerin örgütlendiği Göçmen İşgücü (MOI) örgütüne katıldı. 1936 yılında faşist Franco iktidarına karşı savaşmak için adını Uluslararası Tugaylar Komitesi aracılığıyla gönüllü listesine yazdırdı; fakat Fransa’da kalması gerekti.
1941 yılında komünistlere karşı bir takibat sırasında tutuklandı, fakat delil yetersizliğinden birkaç hafta sonra serbest bırakıldı. Mücadeleden vazgeçmeyen Manuşyan Göçmen İşgücü MOI’de kendisi gibi mücadele eden Ermeniler’in siyasal sorumlusu oldu.
Soykırımdan geriye kalan bir yetim olan Manuşyan o dönemde faşizmin ne demek olduğunu aslında çocuk yaşta edindiği deneyimden ve belleğinden iyi biliyordu. Bir mektubunda aynı İspanya iç savaşında faşizme karşı gönüllü olarak ismini Uluslararası Tugaylar’a yazdırdığı gibi tüm Fransa halklarını da Nazizme karşı savaşmak için mücadelenin en ön saflarda yer almaya çağıracaktı.
Aktif faaliyetlerine 1942 yılında başlayan MOI, Manuşyan grubuyla birlikte en etkin olduğu dönemini geçiriyordu. Manuşyan’ın liderlik ettiği göçmen işçilerden oluşan bu grup işgal yıllarında Naziler’e üretim yapan fabrikalara, silah taşıyan trenlere ve demir yollarına yaptıkları sabotajlarla, Nazi askerlerine ve işbirlikçilere karşı düzenlenen suikastlarla adeta faşizme korku salıyordu. Öyle ki bir SS generali olan Julius Ritter’e karşı düzenlenen başarılı suikast eyleminden sonra artık Naziler Paris sokaklarında üniformayla gezmeye korkar olmuştu.
Artık 23’lerin başarılı eylemleri dilden dile dolaşıyordu. Halkı katledilen, bir Ermeni tarihinin tam ortasında durup Yahudi halkını toptan ortadan kaldırmak isteyen soykırımcılara karşı kendisi gibi sınıf kardeşleriyle bir daha asla demek için mücadele ediyordu.
Bir ihanet sonucunda yakalanan Manuşyan ve arkadaşları Frenses hapishanesinde 3 ay boyunca sorgulardan ve ağır işkencelerden geçti; ancak hiçbiri tek bir sır bile vermedi. Faşizme karşı insanlık onurunu korumak için mücadele eden 23 göçmen işçinin özgürlük, eşitlik ve adaletin yanında bir ezilen olmanın getirdiği sebepleri de vardı. İspanyollar, ülkelerini aynı karanlığa sürükleyen faşist Franco diktatörlüğüne karşı, İtalyanlar Musolini tarafından kovuldukları ülkelerinin özgürlüğü için, Polonyalılar aynı Fransa gibi ülkesindeki Hitler’in halkına karşı ceberut saldırısına ve işgale karşı, Yahudiler dünyanın dört bir yanından toplanıp ölüm kamplarına gönderilen, aynı 1915’teki gibi Manuşyan’ın ve diğer Ermenilerin de mücadelede yer almasına sebep olan İttihat ve Terakki zihniyetine karşı, Nazizme karşı savaşıyorlardı. Bir mevcudiyet kavgasıydı bu. Onurlu bir şekilde adil bir dünya için milliyetçiliğe ve sömürüye karşı mücadele ediyorlardı. 23’ler, 1943 Martı’ndan, Kasım’ın ortasına, tutuklanana kadar direnişin en önemli hareketlerinden biri oldu.
23’lerin ölüme mahkûm edilecekleri, 3 gün sürecek duruşmada Manuşyan önce Almanlara dönerek “Size söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ben size karşı koyup savaşarak görevimi yaptım. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Şimdi rolünü oynama sırası sizde: Elinizdeyim” dedi. Sonra kendilerine ağır hakaretlerde bulunan Fransızlara dönüp “Fakat size gelince, sizler Fransızsınız. Biz Fransa için, bu ülkenin kurtuluşu için savaştık. Sizse vicdanınızı ve ruhunuzu düşmana sattınız. Siz Fransa uyruğunu miras aldınız, bizse bu uyruğu hak ettik” dedi. Karar ilan edildikten sonra mahkeme başkanı onlara af dileyip dilememeyi sorduğunda, bütün yoldaşlar Manuşyan’a dönüp hep bir ağızdan “Hayır!” dediler.
Faşizme karşı omuz omuza mücadele eden Manuşyan ve yoldaşları kararın verildiği aynı gün Valerien tepesinde kurşuna dizilerek Naziler ve işbirlikçilerce katledildi. Yasalara göre kadın olduğu için idam edilemeyen Olga Bancic ise 30 Mayıs 1944 tarihinde Stuttgar’da giyotinle katledildi.
Manuşyan Grubu’nun yakalanması üzerine Nazi işbirlikçisi Vichy hükümeti, yabancı düşmanlığını körüklemek, 23’leri karalamak ve direnişi kırmak için üzerinde militanların fotoğraflarının bulunduğu, “Kurtarıcılar?” yazan 15.000 afiş ile bütün Paris’i kuşattı. Ortasında Manuşyan’ın fotoğrafı ve hemen üstünde “Ermeni, çete lideri, 56 saldırı, 150 ölü, 600 yaralı” yazan afişle hedeflenen kara propaganda ters tepti. Fransa halkı 23’ler kurşuna dizildiğinde geceleri kömürle afişlerin üzerlerine “Fransa için öldüler” yazarak partizanları sahiplendi. “Kızıl Afiş” ismiyle ünlenen afişler, direnişin sürdüğü günlerde Fransa’da tüm halklardan direnişçiler için önemli bir moral kaynağı oldu ve artık onların ruhu direnişin ruhuydu.
Bugün bize Manuşyan ve yoldaşlarından geriye kalan sadece onların adlarının verildiği sokaklar, dikilen büstleri, haklarında yazılmış kitaplar, şarkılardan daha fazlası. Bir araya gelen 23 göçmen partizanın bize bıraktığı birlikte yaşama umudu ve enternasyonalist mücadele. Manuşyan ve yoldaşlarının cesareti ve kararlılığı Gezi’den Kamp Armen’e, Lice’de, Nusayibin’de, Sur’da katliamlara karşı mücadele eden Kürt halkıyla dayanışarak büyüyecek ve yaşayacaktır. Soykırım bir insanlık suçudur ve ancak soykırıma uğrayan halkların birlikte mücadelesi yüzleşmeyi sağlayacaktır. Günümüzde yaşadığımız ayrımcılığa, milliyetçiliğe ve bizi tekrar bu topraklardan göndermek isteyenlere karşı bir arada duralım ve mücadele edelim.
Norayr Olgar
Doğduğu, büyüdüğü topraklardan onu koparanlara, halkını katledenlere geçmişini silmeye çalışanlara bir daha asla demek için bir mücadele ruhu Misak Manuşyan. Soykırımın yükünü sırtında yüklemiş Suriye yetimhanesinin çocuk şairi, Marsilya’da marangoz, Paris’te makine sesleri arasında direnişçi bir işçi. Levallois, Belleville, Clichy, Saint-Ouen, Montrouge, Issy-les-Moulineaux semtlerinde Naziler’e geçit vermeyen enternasyonalist bir devrimci Manuşyan.
Misak Manuşyan köylü bir ailenin çocuğu olarak Adıyaman’da doğdu. Babası I. Dünya savaşı arifesinde bölgede yaşanan çatışmalarda öldürüldü. Savaşın getirdiği açlık ve yoksulluğa dayanamayan annesi de kıtlıkta öldü. Soykırımın tüm vahşetiyle bölgeye yayıldığı yıllarda yani 1915’te bir Kürt aile Misak ve kardeşini himayesine aldı ve evinde sakladı. Manuşyan kardeşlerin yetimhane yılları da bölgede sağ kalmış yetimleri arayan Ermeni kilisesi temsilcilerinin bir gün Kürt ailenin kapısını çalmasıyla başladı. Artık Misak ve kardeşi Garabet Erzurum’dan, Van’dan, Bitlis’ten, Adana’dan, Kars’tan aileleri katledilmiş, köyleri yakılmış pek çok yetim Ermeni gibi Suriye’deki Cünye Ermeni Yetimhanesi’ndeydi.
Yetimhane yıllarında yarım kalan ana dilini geliştirdi ve çocuk yaşında yaşadığı büyük dram ona hüznün ve mücadelenin bir arada olduğu bazen de hiciv dolu ilk şiirlerini yazdırdı. Bu yıllarda yetimhanede kurulan atölyede marangozluğu öğrendi.
Suriye’deki yetimhane yıllarından sonra Marsilya’ya gitmek üzere bindiği gemide “Devrimin, özgürlüğün ve kültürün ülkesi” diye yazacaktı Fransa’ya dair umutlarını şiirinde. 19 yaşında Marsilya limanına ayak bastığında yanında kardeşi Garabet’ten başkası yoktu. Bir süre yetimhane yıllarında öğrendiği marangozluğu yaptıktan sonra kardeşiyle birlikte Paris’e yerleşmeye karar verdiler.
Paris’te Vircingétorix sokakta küçük bir otele yerleştiler. Artık Misak “makinelerin cehennemi gürültüleri arasında” diye bahsedeceği bir araba fabrikada tornacı olarak çalışıyordu. Kısa bir süre sonra kardeşi Garabet’in hastalanmasıyla birlikte onun masraflarını karşılayabilmek için daha fazla çalışmaya başladı ta ki ziyaretine gittiği bir gün onun ölüm haberini alıncaya dek.
Fabrikada çalıştığı yıllar ve bir göçmen işçi olmanın zorluğu onda dayanışma kültürü ile birlikte sınıf bilincini de geliştirdi ve bu dönemde, Fransız Komünist Partisi’ne yakın bir işçi sendikasında örgütlendi. 1929 küresel krizinde Manuşyan ilk işten çıkarılan göçmen işçilerden biriydi. Artık işsizdi, ressam ve heykeltıraşlara modellik yaparak çok az bir para kazanıyordu. O kadar az para kazanıyordu ki genellikle geceyi bir kafede kütüphanelerin açılmasını beklerken geçiriyordu.
Edebiyat çalışmalarına kendi şiirleri ve yazılarının yanında Keğam Atmacıyan’la birlikte çıkardığı ‘Çank’ (Çaba) ve ‘Mışaguyt’ (Kültür) adlı dergileri çıkararak devam etti. Daha sonra 1935-1937 yılları arasında yayınlanan Zanku Gazetesinde fabrika yıllarında tecrübe edindiği işçi sınıfının sömürüsü ve faşizm karşıtı mücadeleye dair yazılar yazacaktı. Sorbonne üniversitesinde edebiyat, siyaset, felsefe ve ekonomi politik derslerine misafir olarak katıldı. Yine bu yıllarda Sovyet Ermenistan’a Yardım Komitesi’ne katıldı. Kısa sürede Fransa’daki Ermeni toplumu içerisinde yürüttüğü kültürel faaliyetle öne çıkan bir kişilik oldu. Sovyet Ermenistan’a Yardım Komitesinde faaliyet gösterdiği yıllarda hayat arkadaşı Meline ile tanıştı. Meline de aynı kendisi gibi doğduğu topraklarda soykırımdan sonra hayatta kalan yetimlerden biriydi. Onun da çocukluk yılları Manuşyan’dan farkı değildi. Yunanistan’daki bir yetimhanede büyüdükten sonra Paris’e gelmişti.
1934 yılında Manuşyan artık bir Komünist Parti üyesiydi. Kendisi gibi Fransa’daki göçmen işçilerin örgütlendiği Göçmen İşgücü (MOI) örgütüne katıldı. 1936 yılında faşist Franco iktidarına karşı savaşmak için adını Uluslararası Tugaylar Komitesi aracılığıyla gönüllü listesine yazdırdı; fakat Fransa’da kalması gerekti.
1941 yılında komünistlere karşı bir takibat sırasında tutuklandı, fakat delil yetersizliğinden birkaç hafta sonra serbest bırakıldı. Mücadeleden vazgeçmeyen Manuşyan Göçmen İşgücü MOI’de kendisi gibi mücadele eden Ermeniler’in siyasal sorumlusu oldu.
Soykırımdan geriye kalan bir yetim olan Manuşyan o dönemde faşizmin ne demek olduğunu aslında çocuk yaşta edindiği deneyimden ve belleğinden iyi biliyordu. Bir mektubunda aynı İspanya iç savaşında faşizme karşı gönüllü olarak ismini Uluslararası Tugaylar’a yazdırdığı gibi tüm Fransa halklarını da Nazizme karşı savaşmak için mücadelenin en ön saflarda yer almaya çağıracaktı.
Aktif faaliyetlerine 1942 yılında başlayan MOI, Manuşyan grubuyla birlikte en etkin olduğu dönemini geçiriyordu. Manuşyan’ın liderlik ettiği göçmen işçilerden oluşan bu grup işgal yıllarında Naziler’e üretim yapan fabrikalara, silah taşıyan trenlere ve demir yollarına yaptıkları sabotajlarla, Nazi askerlerine ve işbirlikçilere karşı düzenlenen suikastlarla adeta faşizme korku salıyordu. Öyle ki bir SS generali olan Julius Ritter’e karşı düzenlenen başarılı suikast eyleminden sonra artık Naziler Paris sokaklarında üniformayla gezmeye korkar olmuştu.
Artık 23’lerin başarılı eylemleri dilden dile dolaşıyordu. Halkı katledilen, bir Ermeni tarihinin tam ortasında durup Yahudi halkını toptan ortadan kaldırmak isteyen soykırımcılara karşı kendisi gibi sınıf kardeşleriyle bir daha asla demek için mücadele ediyordu.
Bir ihanet sonucunda yakalanan Manuşyan ve arkadaşları Frenses hapishanesinde 3 ay boyunca sorgulardan ve ağır işkencelerden geçti; ancak hiçbiri tek bir sır bile vermedi. Faşizme karşı insanlık onurunu korumak için mücadele eden 23 göçmen işçinin özgürlük, eşitlik ve adaletin yanında bir ezilen olmanın getirdiği sebepleri de vardı. İspanyollar, ülkelerini aynı karanlığa sürükleyen faşist Franco diktatörlüğüne karşı, İtalyanlar Musolini tarafından kovuldukları ülkelerinin özgürlüğü için, Polonyalılar aynı Fransa gibi ülkesindeki Hitler’in halkına karşı ceberut saldırısına ve işgale karşı, Yahudiler dünyanın dört bir yanından toplanıp ölüm kamplarına gönderilen, aynı 1915’teki gibi Manuşyan’ın ve diğer Ermenilerin de mücadelede yer almasına sebep olan İttihat ve Terakki zihniyetine karşı, Nazizme karşı savaşıyorlardı. Bir mevcudiyet kavgasıydı bu. Onurlu bir şekilde adil bir dünya için milliyetçiliğe ve sömürüye karşı mücadele ediyorlardı. 23’ler, 1943 Martı’ndan, Kasım’ın ortasına, tutuklanana kadar direnişin en önemli hareketlerinden biri oldu.
23’lerin ölüme mahkûm edilecekleri, 3 gün sürecek duruşmada Manuşyan önce Almanlara dönerek “Size söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ben size karşı koyup savaşarak görevimi yaptım. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Şimdi rolünü oynama sırası sizde: Elinizdeyim” dedi. Sonra kendilerine ağır hakaretlerde bulunan Fransızlara dönüp “Fakat size gelince, sizler Fransızsınız. Biz Fransa için, bu ülkenin kurtuluşu için savaştık. Sizse vicdanınızı ve ruhunuzu düşmana sattınız. Siz Fransa uyruğunu miras aldınız, bizse bu uyruğu hak ettik” dedi. Karar ilan edildikten sonra mahkeme başkanı onlara af dileyip dilememeyi sorduğunda, bütün yoldaşlar Manuşyan’a dönüp hep bir ağızdan “Hayır!” dediler.
Faşizme karşı omuz omuza mücadele eden Manuşyan ve yoldaşları kararın verildiği aynı gün Valerien tepesinde kurşuna dizilerek Naziler ve işbirlikçilerce katledildi. Yasalara göre kadın olduğu için idam edilemeyen Olga Bancic ise 30 Mayıs 1944 tarihinde Stuttgar’da giyotinle katledildi.
Manuşyan Grubu’nun yakalanması üzerine Nazi işbirlikçisi Vichy hükümeti, yabancı düşmanlığını körüklemek, 23’leri karalamak ve direnişi kırmak için üzerinde militanların fotoğraflarının bulunduğu, “Kurtarıcılar?” yazan 15.000 afiş ile bütün Paris’i kuşattı. Ortasında Manuşyan’ın fotoğrafı ve hemen üstünde “Ermeni, çete lideri, 56 saldırı, 150 ölü, 600 yaralı” yazan afişle hedeflenen kara propaganda ters tepti. Fransa halkı 23’ler kurşuna dizildiğinde geceleri kömürle afişlerin üzerlerine “Fransa için öldüler” yazarak partizanları sahiplendi. “Kızıl Afiş” ismiyle ünlenen afişler, direnişin sürdüğü günlerde Fransa’da tüm halklardan direnişçiler için önemli bir moral kaynağı oldu ve artık onların ruhu direnişin ruhuydu.
Bugün bize Manuşyan ve yoldaşlarından geriye kalan sadece onların adlarının verildiği sokaklar, dikilen büstleri, haklarında yazılmış kitaplar, şarkılardan daha fazlası. Bir araya gelen 23 göçmen partizanın bize bıraktığı birlikte yaşama umudu ve enternasyonalist mücadele. Manuşyan ve yoldaşlarının cesareti ve kararlılığı Gezi’den Kamp Armen’e, Lice’de, Nusayibin’de, Sur’da katliamlara karşı mücadele eden Kürt halkıyla dayanışarak büyüyecek ve yaşayacaktır. Soykırım bir insanlık suçudur ve ancak soykırıma uğrayan halkların birlikte mücadelesi yüzleşmeyi sağlayacaktır. Günümüzde yaşadığımız ayrımcılığa, milliyetçiliğe ve bizi tekrar bu topraklardan göndermek isteyenlere karşı bir arada duralım ve mücadele edelim.
Paylaş: