Arşiv Göze Çarpanlar

Kentin kayıp sakinleri: Ankara Yahudileri

Başkentin tam ortasında, bugün neredeyse terk edilmiş, ancak tarihe tanıklık etmiş bir mahalle var. Bu mahallenin varlığından birçok Ankaralı bile habersiz. Ancak Ankara Yahudileri’nin hatırası, bazı eski dimağlarda hâlâ geniş bir yer tutuyor. İşte eski ve yeni tanıklıkların ışığında Ankara Yahudi Mahallesi.

Kaynak: Gazete Duvar, Ozan Doğan Avunduk

Çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını Ankara’nın Ulus semtinde geçirmiş olan dedem Avukat Doğan Önen’den yıllarca dinledim Yahudi Mahallesi’ni. Dedemin anlattığı bu mahalledeki hayat, benim gibi “yeni” nesil Ankaralıların kolayca hayal edemeyeceği bir yaşamdı. Biz trafiğin, uyumsuz binaların ve fantastik nesnelerin sokaklarda gitgide arttığı bir kentte büyürken, onların kuşağı mahalle hayatının hâlâ sürdüğü ve çokkültürlü bir Ankara’da büyüdü. Yahudi Mahallesi, bu tarihe karışan Ankara’nın en özel bölgelerinden birisiydi.

Mahalle kentin en işlek caddelerinden Anafartalar’la Denizciler’in arasındaydı. Mahallenin eski sakinlerinden, yazar Beki L. Bahar, Ankara Yahudileri’yle ilgili kitabında mahalleyi “tipik bir Osmanlı mahallesi” olarak tanımlar. Mahalle ve çevresinde Türk, Rum ve Ermeniler de ikamet etmekteydi ve bu birlikte yaşama kültürü, cumhuriyet sonrasında da bir müddet devam etti.

Ulus’un ortasındaki bu küçük mahalle, yalnızca farklı dinlerden insanların ortak yaşam alanı değildi. Mahallede yaşayan Yahudi aileleri, kendi içlerinde de dünyanın çeşitli bölgelerinden gelmekteydiler. Bahar, eserinde Museviliğin Anadolu coğrafyasındaki köklerini ortaya koyuyor: “Osmanlı padişahı Murat Hüdavendigâr Han, kenti ele geçirip devletine kattığı zaman, Ankara’da yerleşik bir Yahudi toplumu vardı. Yıl henüz 1356 idi ve İstanbul fethedilmemişti. Yahudilerin 1492’de engizisyon sonucu İberik Yarımadası’ndan göçmesinden, yani ilticadan tam 136 yıl önce Anadolu’nun orta yerinde bir Yahudi cemaati!”. Bununla beraber Sefarad Yahudileri’nin gelmesiyle Ankara Yahudi nüfusunun arttığını görüyoruz. Evliya Çelebi, meşhur “Seyahatname”’sinde Ankara’yı “Kentin Yahudileri çoktur. Sade Yahudileri 12 mahalledir” diye anlatır. Bahar da cemaatin çokkültürlü yapısına ilişkin ipuçları vermektedir: “Yerlilere Eşkenazlar, İberik Yarımadası’ndan gelenler katıldı, kaynaştı, bir toplum oluşturdu (…). Murat Hüdavendigâr 1360’ta Ankara’yı aldığında şehirde bulunan Yahudi cemaati Türkçe biliyordu. Bizans etkisinden kurtulamamış sinagogda dualarını Grekçe yapıyordu”.

Bu tarihler biraz eski görünse de tanıklıklar Sefaradların dili Ladino’nun 1940’lar Ankara’sında hâlâ yaşadığını gösteriyor. 1936 doğumlu, bizzat görüştüğüm Önen, “Mahalledeki arkadaşlarım bazen İspanyolca konuşurlardı. Özellikle yemin ederken” diyor.

‘MAHALLEYİ BASMAYA GELDİKLERİNDE YAHUDİLERE ARKA ÇIKARDIK’

Önen, o günleri şöyle anlatıyor: “Mahallede hep beraber vakit geçirdiğimiz Yakup ve Aron adında iki arkadaşım vardı. Yakup’a kısaca Yako diye seslenirdik. Çocukluğumuz birlikte geçti”. Denizciler Caddesi’nin eski sakinlerinden bir diğer Ankaralı, yazar Mehmet Kemal Kurşunluoğlu, hatıratında mahalleden bahsetmektedir: “Yahudi mahallesinde çocukluk arkadaşlarımız vardı. Beraber top oynar, okula giderdik. Şimdi belleğimde adları kalanlar, Yako, Yantof, Salamon, Davit, Mordhay’dır. Kızlardan Raşel ve Roza’yı unutamam. Uzak mahallelerin haylaz çocukları Yahudi mahallesini basmaya geldiklerinde onlara arka çıkar, destek olurduk. Şimdi apartmanlarla dolu Bomonti Bahçesinin önündeki düzlükte bizim Özgenspor’la Yahudi mahallesi takımı futbol maçı yapardı”.

Mahallenin yerlisi Yahudilerden 1937 doğumlu Aron Ender, Youtube’daki Hermana (İspanyolca’da kız kardeş) belgeselinde mahalledeki hayatını aktarmaktadır: “Hayatımın büyük kısmını bugün Yahudi havrasının tam karşısında bulunan büyükbabam Aron Araf’ın evinde geçirdim. Mahallemizde bulunan arkadaşlarla bir spor kulübü kurmuştuk. O spor kulübü çerçevesinde koşu yapardık, boks yapardık. (…) İsmimin Aron olmasına rağmen bunu bana hiçbir şekilde hatırlatan karşıma çıkmamıştır. Bir ayrımcılıkla hiçbir zaman karşılaşmadım”. Araf Konutu olarak bilinen bu terk edilmiş ev, hâlâ mahallenin en heybetli yapılarından birisi.

Yine aynı belgeselde, 1936 Ankara doğumlu Yakup Almelek, kentteki bir arada yaşama kültürüne dair ipuçları vermektedir: “1939 yılında I. Dünya Harbi başladı. Her tarafta antisemitizm vardı ve bu 1945’te harbin bitmesine kadar devam etti. Ama biz bu antisemitizmi çocuklar olarak Ankara’da hissetmedik. Daha doğrusu bize hissettirmediler. Ne komşularımız, ne de devlet”.

‘BAYAR CUMHURBAŞKANI, BİRA İÇEREK KUTLAYACAĞIZ!’

Uzun bir araştırma sürecinin ardından Ankara Yahudileri’nden iş adamı ve yazar Yakup Almelek’e ulaşabildim. 1908 doğumlu babası Avram Almelek’in hikayesiyle başladı o yılları anlatmaya: “Babam ilkokulu o zamanki her Yahudi gibi mahalle okulunda bitirdi. Erken yaşta ticarete atılsa da iş hayatında başarılı olamadı ve 1935’Te Akba Kitabevi’nde bir iş buldu. 20 yıl kesintisiz orada görev yaptı. Ankara’nın en büyük müesseselerinden Akba, babamın ufkunu genişletmiştir”. Babasının Celal Bayar’la da zaman zaman görüştüğünü söyleyen Almelek, şöyle bir anısını anlatıyor: “Bayar babama o zamanlar sayıları Türkçe’de fazla olmayan iktisat kitapları sipariş eder, babam da kitapların Fransızcalarını Fransa’dan istetirdi. Babam bir akşam bir şişe bira ile eve geldi. ‘Celal Bayar Cumhurbaşkanımız oldu, bira içerek kutlayacağız’ diye sevincini ifade ediyordu”.

Ankara Yahudileri’nin kentlerine duydukları bağlılık, cemaatin büyük bir bölümünün ortak özelliği olarak karşımıza çıkıyor. Reneta Sibel Yolak, Şalom gazetesindeki “Ankara Yahudileri” başlıklı yazısında Ankaralı olmaktan her zaman gurur duyduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Ankara’nın tüm yerli ahalisi herkese selam verir, hatır sorarlar. İnsancıl, arkadaş canlısı ve düşüncelidirler. Babaannem ve dedem tüm Müslüman ve Hristiyan komşularıyla çok iyi geçinirlermiş”.

Sinagog kapısı

AVRAM’DAN İBRAHİM’E

Bu ahenkli yaşama karşın Yahudilerin öz kimliklerini hedef alan bazı davranış ve politikalar da dönemin Ankarası’nın bir gerçeği. “Akba, babamın mühim arkadaşlıklar edinmesine yol açmıştır” diyen Yakup Almelek, babasının isminin nasıl değiştiğini anlatıyor: “Babamın arkadaşlarından yazar Aka Gündüz, babama Koca İbrahim derdi. Hikayesi şöyledir: Akba’da işe girerken tabiatıyla babama adını sordular. Avram idi. Patronları bu ismin o zamanın Ankara’sına pek de yakışmadığını ifade edince babam Avram’ın Türkçesi İbrahim olsun dedi ve bütün yaşamı boyunca öyle kaldı”.

İsmin kabul edilmemesi, daha sonraki kuşaklarda da Yahudilerin karşı karşıya kaldığı bir mesele. Yolak, annesinin TED Ankara Koleji’ndeki (o zamanki adıyla Ankara Maarif Koleji) okul kaydında adını Reneta olarak yazdırmasına rağmen muavinin Reneta’yı silerek Sibel ismini tercih ettiğini ve bu yüzden herkesin onu Müslüman sandığını anlatıyor: “Okulun açılış konuşmalarını yazan ve okuyan, kompozisyon birinciliği alan, TÜBİTAK’a seçtikleri, satrançta derece alan ben, nasıl olur da bir Yahudi olabilirdim? Öyle şaşırırlardı ki… Edebiyat öğretmenim gözümün içine bakar Yahudi fıkraları anlatırdı. Müdür yardımcısı bir öğretmenim gene bana bakarak ‘Bu Yahudilerin mayası güzel, her şeyde birinci oluyorlar’ der, din öğretmenim ise ‘çocuklar sınıfta aranızda bir Yahudi olduğunu düşünün, tüm 10 bin Arap’a bedel’ derdi. Din dersi zorunluydu”.

‘BİZE ÇOK YÜKSEK VERGİ KONDU’

Tarihimizin en utanç verici uygulamalarından 1942 tarihli Varlık Vergisi’ne ilişkin Ankara Yahudileri’nin de anıları var. Ankaralı gayrimüslimlerin kenti terk edişlerinden bahseden Kurşunluoğlu, anılarında Varlık Vergisi’ni bir “facia” olarak niteliyor. Almelek, bir “utanç zinciri” dediği vergiyle ilgili anısını şöyle aktarıyor: “Bize çok yüksek bir vergi kondu. Babam vergi tarhını patronlarına gösterdi. Onlar da bu vergiyi bizim ödeme gücümüz olmadığını iyi biliyorlardı. Babama sen üzülme biz hallederiz, senin de Aşkale’de inşaatlarda taş kırmana gerek kalmaz diye teselli ettiler. Gerçekten de ertesi gün gidip vergiyi koyanları azarladılar. Babamın yükü tamamen kalktı. Babam bu yüzden patronlarına karşı bütün hayatı boyunca müteşekkir kalmıştır”. Hermana belgeselinde konuşan Aron Ender, Varlık Vergisi’ni Ankara’daki güzel hayatın bir siyah noktası olarak niteliyor ve ekliyor: “Beni hakikaten travmatik bir duruma sokmuştu”.

ANKARA SİNAGOGU, ŞENGÜL HAMAMI VE YAHUDİ EVLERİ: TARİHİ TAŞTAN YAPILAR

Şengül Hamamı

Ankara Sinagogu, Yahudi Mahallesi’ndeki belki de en önemli yapı. İbadethanenin inşa tarihi tam olarak saptanamamakla beraber, Ankara’nın ilk yerli Yahudileri tarafından yapıldığı biliniyor. Mahalleye gittiğimde, vaktiyle düğünlerin yapıldığı sinagogu demir parmaklıklar ardında, kapısına kilit vurulmuş halde buluyorum. Hemen komşu evden çıkan bir mahalleli, hahamın altı ayda bir gelip sinagogu ibadete açtığını söylüyor. İsrail Büyükelçisi’nin de mahalleye gelip bu ibadete katıldığını öğreniyorum. Sinagogun karşısında eskimiş ancak heybetini koruyan iki tane yan yana cumbalı ev var: Araf ve Albükrek konutları. Konutlar, sinagog 1909 yılında yenilenirken İtalyan bir mimar tarafından inşa edilmiş. Albükrek konutunun girişindeki geniş kıvrımlı taş bloklar, 1900’ler Avrupa’sına damga vurmuş “Art nouveau” (Yeni sanat) akımının eserlerini anımsatıyor. (İstanbullu Yahudi ailelerden Kamondo’ların adını alan Karaköy’deki merdivenler de ülkemizdeki eşsiz art nouveau örneklerindendir). Kapalı sinagoga dair tek gözükense kapısının üzerindeki beş köşeli yıldız ve kuru dalların sakladığı demirden kabartmalı bir çiçek.

Araf Konutu

Yahudi Mahallesi’nin en tarihi noktalarından bir diğeriyse 500 yıllık Şengül Hamamı. Yahudiler mahalleyi terk edene kadar bu hamama kadın-erkek-Müslüman-Yahudi herkes gidermiş. Bahar’ın kitabında, hamamda Yahudi kadınların ibadetine uygun şekilde yıkanabileceği bir bölümün de bulunduğu anlatılıyor. Ancak hamam çalışanları bugün böyle bir bölüm olmadığını söylüyorlar (belki de bilmiyorlar!). İki cemaatin de vaktiyle gelin hamamı yapmaya geldiği bu mekan, mahalleyi bir yapıda özetleyen muazzam bir kültür kavşağı örneği.

Albükrek Konutu

KADERİNE TERK EDİLMİŞ BİR MAHALLE

Ankara Yahudileri bugün dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış durumdalar. “Yahudi Mahallesi’nden arkadaşlarımla ortaokul çağında koptuk” diyen Önen, birçoğunun İsrail’e göçtüğünü kaydediyor. Kimileriyse, önce başka mahallelere, sonra da İstanbul’a göçmüşler. Mahalle hayatının yok olmasının bir sebebi de Ankara’da yaşanan hızlı betonlaşma. Bahar, ilgili eserinde, bugünkü Ankara’nın kendisine yabancı olduğunu belirtiyor. 1955’te İstanbul’a taşındıklarını söyleyen Almelek, “Ankara’da bugün benim bildiğim Yahudi kalmadı” diyor.

Mahallede kimi eski Yahudi evleri hâlâ dursa da bu evlerin geçmişi ve özelliği sadece eski kuşak Ankaralılar tarafından biliniyor. Mahalleye ilk adımınızı attığınızda sizi karşılayan kirişleri süslü ahşap bir ev, polis kulübesine çevrilmiş. Harap haldeki yüksek evlere dikkatli bakınca kırmızı, mavi, yeşil renklerde kırık vitraylar fark ediliyor. Evlerin bir kısmıysa istimlak edilerek eğitim kurumu vb. yapılara dönüştürülmüş. Yahudi Mahallesi’nin bir müze ya da kültürel faaliyet bölgesi olarak işlev görüp koruma altına alınması vaktiyle gündeme gelmiş; fakat proje gerçekleştirilememiş.

Ankara Yahudi Mahallesi’ne dair acı ve tatlı tüm tanıklıklar birlikte yaşamayı öğrenmek adına birer ders niteliğinde. Ayrımcı devlet politikaları, kentlere sahip çıkamamak, kültürlerin kıymetini bilememek. Her birinin sonucunda yine göçen, fakirleşen, yalnız kalan bizleriz, hepimiziz. Mahalleden bana kalan, hiç görmediğim bir dönem ve yaşama duyulan buruk hasret…

 

Faydalanılan kaynaklar
ARCAK, Enver, Ankara Yahudi Mahallesi, Solfasol Gazetesi, Ankara, 2012.
BAHAR, Beki L., Efsaneden Tarihe Ankara Yahudileri, Pan Yayıncılık, İstanbul, 2003.
GALANTİ, Avram, Ankara Tarihi Cilt II, Çağlar Yayınları, Ankara, 2005.
KURŞUNLUOĞLU, Mehmet Kemal, Türkiye’nin Kalbi Ankara, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1983.

İnternet siteleri
Hermana, Belgesel, https://www.youtube.com/watch?v=DW4VGAyJKIY, 19/08/2018
http://www.salom.com.tr/haber-67774-ankara_yahudileri.html, 06/12/16
http://arsiv.salom.com.tr/news/print/6303-Sefarad-Kimligi-Erken-bir-Avrupa-Kimligi.aspx, 07/12/16