Genç Yahudiler Anlatıyor Röportajlar

Emre Anlatıyor: “Mesele isim. Tamamen isim. İsmi buraya adapte edersen sorun yaşamıyorsun.”

“Mesele isim. Tamamen isim. İsmi buraya adapte edersen sorun yaşamıyorsun.”

Kadıköy’de bir kafede bir akşamüzeri, Emre ile çaylarımız eşliğinde sohbet ettik. Türkiyeli bir Yahudi olmanın boyutlarını konuşurken kendisine Emre adını birlikte seçtik. Gerçek ismi de Türkçe bir isim olduğu için aslında hikaye Emre adı ile hiç değişmedi.

1975 doğumlu olan Emre’nin babası Adanalı bir Gürcü Yahudisi, annesi ise İstanbullu bir Sefarad. İlk ve ortaokulu yabancı tebaaların gidebildiği bir okulda bitirdikten sonra eğitim hayatına bir devlet lisesinde devam eden Emre, bir sene süren üniversite hayatının ardından aile işinde çalışma hayatına atılmış. Türkiye’de Yahudi karşıtı bir durumla hiçbir zaman birebir karşı karşıya kalmadığını söyleyen Emre, bunun isminin ve soyadının Türk soylu oluşuyla bağlantılı olduğunu söylüyordu.

Bu durum bana 2016 yılında yaptığım alan araştırmasında görüşmecilerimin ve anne babalarının, çocuklarının Türkiye’de rahat bir hayat sürebilmeleri için isimlerinin dikkat çekmemesi gerektiğini söylediklerini anımsattı. Özellikle Yahudi soylu isme sahip erkek evlatların askerlik sürecinde sorun yaşayacağını söyleyen erkek görüşmecilerim, kendi askerliklerinden örnekler vererek bu olguyu vurgulamışlardı. Bu ülkede azınlık olma durumunun isimle başladığı, bütün görüşmecilerimin bana anlattığı en önemli ortak verilerden biriydi. Türkçe bir isme sahip Emre’nin anlattıkları ise bunun en doğru örneğiydi. Gerisini Emre’den dinleyelim.

İsmini kim koymuş Emre?

Babamın bir kardeşi vardı. O trafik kazasında öldüğünde annem bana hamileydi dört beş aylık kadar. Benim ismimi o zaman onun ardından koymaya karar verdiler ki onun ağırlığını da yıllarca çektim. Manevî açıdan kendimi ondan çıkartmak için çok uğraştım. Bir beklentiyle büyütüldüğümü düşündüğüm için. Fotoğraflarla ve görsellerle amcamı tanıdım.

O ne iş yaparmış?

O da tekstilciymiş babam gibi. Babam 70’li yıllarda kendi işini kurdu. Erkek takım elbise üretim ve toptan satış. Kendine ortak aldı, yetiştirdiği adamları daha sonra ortak etti kendine, çünkü bizim yaşımız yetmiyordu bu işleri yapmaya. Babamın ikinci evliliğiydi annemle olan. İlk evliliğinden de bir ablam var. Annemin ilk evliliğiydi bu arada, babamın ikinci. Dolayısıyla ortak aldı, yetiştirdi büyüttü. Öyle 30 küsur sene giden bir firmaydı sonra ortaklarına devretti çekildi babam karşılığında para alarak. 2004-2005 yılında bitti o iş.

Peki çocukluğun nerede nasıl geçti?

İstanbul’da Suadiye’de büyüdüm ben. Ama aslında Türk vatandaşlığını sonradan aldım. Dedem İran’da yaşamış. İki yaşında annesini ve babasını kaybetmeden önce çok zenginlermiş. Çarlık dönemi, Rus Çarı İran’ı kontrol altına alıyor, savaş dönemi… Dedem sokaklarda başka ailelere sığınmış bir şekilde yaşıyor. Daha sonra oradan Tahran’a gidiyor. Orada pasaport alıp Türkiye’ye kaçıyor ve Adana’ya yerleşiyor, evleniyor. Babam da orada doğuyor, büyüyor. O pasaportu devam ettiriyor. İranlı olmak bir ayrıcalık o zamanlar. Türkler hiçbir yere çıkamıyorken babam annemle evlenip yurt dışını istediği gibi geziyor. Babamda para da var o dönemde. İlk evliliğini yaptığında babam çok fakirdi, iç güveysi gibi bir şeymiş evliliği. Demiş ki ben para kazanmazsam bir daha asla evlenmeyeceğim. Sonra kendi işini kuruyor ve çok para kazanıyor. O yüzden bir daha evleniyor ve İran pasaportuyla annemi alıp geziyor. İşte oradan gelen bir pasaport var bana. Babam diyor ki çocuğumu yabancı okula verebilmek için çocuğumu Türk vatandaşı yapmayacağım, İran vatandaşı yapacağım. Böylece askerden de yırtar demiş, ki ben askere gitmedim. 23 yaşını aşkın herhangi bir yabancı vatandaş Türk vatandaşlığına geçtiğinde istese bile askere gidemiyor. İşte ben onlardanım. 2007 yılında Türk vatandaşına geçtim evlendikten sonra kazanılan hakla. Üç sene evli kalman lazımdı, ben iki sene kaldım ama yine de başvurdum. Eşim de Türk annem de Türk derken beni Türk vatandaşı yaptılar bir iki yıl içinde.

İlkokulu babamın vatandaşlığı sayesinde yabancı tebaalıların gidebildiği özel bir okulda okudum. Eğitim ingilizceydi. Ben bir kelime İngilizce bilmeden oraya başladım ama “What’s your name?” falan derken söktüm tabii. Buradaki çocuklardan çok farklı bir eğitim aldık tabii orada. Üniforma yok, kılık kıyafet serbest falan başka bir dünyaydı okul. Ama gündelik hayatta tam bir sokak çocuğuydum, eve girmezdim hatta. Çocukluğunu yaşayabilmiş olanlardanım o yüzden. Çok arkadaşım vardı mahalleden.

Mahalleden arkadaşların senin Yahudi olduğunu biliyorlar mıydı?

Biliyorlardı evet ama yani hiç önemsemiyorlardı böyle bir şeyi, bunun konusu bile olmuyordu o yaşlarda. Sen nesin, sen değilsin falan hiç öyle şeyler yoktu. Mahalle çocuğusun.

Peki sen Yahudiliği nasıl, ne zaman öğrendin?

Ailemin hiç dinle alakası yok. Bizim sinagoglara gidişimizin tek şekli bir cenaze ya da bir düğün olduğu zaman. Başka hiçbir şekilde sinagoglara gitmezdik. Benim bir alakam yoktu. Ben evlendikten sonra birtakım şeyler hayatıma girdi, ben bir takım şeyleri benimsedim diyebilirim. Annem, ben yabancı tebaalar okuluna devam ederken ilkokulda bana Yahudi olduğumuzdan bahsediyordu. Tam hatırlamıyorum tabii konuşma nasıl gelişti, ama şaşırdığımı hatırlıyorum. Hani bir an böyle kendimi diğer insanlardan farklı hissettirildiğimi fark ettim. Sanki bir özelmişim gibi bir şey oldu o anda. Bir tuhaf geldi, biraz da çocukluk tabii özel hissediyorsun kendini. Öyle bir duygulara girdiğimi hatırlıyorum. Söylenmesi gereken bir şey mi söylenmemesi gereken bir şey mi, bunu tembihlediler mi onu hatırlamıyorum.

O orada kaldı mı? Böyle bir söylendi ve geri mi çekildi? Bak bizim geleneklerimiz bunlardır biz böyle yaparız şöyle yaparız diye devam etti mi bilgi?

Hayır, çünkü onların da öyle bir şeyi yoktu. Tefilin takma, dua etme gibi şeylerle hiç ilgilenmedi onlar hayatları boyunca. Şabat’ı da ben evlendikten sonra o Cuma akşamı duasını çok sevdiğim için, onu direkt ezberledim ve söylemeye başladım. Boşandıktan sonra da o bayağı bir müddet devam etti sonra kendi kendine yok olmaya başladı. Evde etrafta pek dinî şeyler de yoktu. Çocukken vardı ama. Annem dört kardeşti anneannem üç ay onda üç ay onda dolaşırdı. Anneannem de bakmıyordu evet, teyzemler falan onlar da Şabat’a bakmazlardı, ama kocaları bir şekilde biliyorlardı biraz. Uygulamıyorlardı ama din eğitimi almışlardı biliyorlardı neyin ne olduğunu. Bizim evde Cuma mutlaka sofra kurulurdu. Ama geleneksel şekilde bir aile günüydü, lütfen evde yemek yensin denirdi. Ailem bunu derdi bana. Ama asla din kısmı yoktu. Bayramlara da özen gösterilirdi. Roş Aşana yapılırdı, Kipur yapılırdı. Yeni yıl yemeği mutlaka yenirdi, sülalece yerdik hem de. Eskilerin yaşadığı dönemde on beş yirmi kişi olurduk. Kipur’da herkes oruç tutardı. Ben de çok ufak yaşlardan itibaren her sene tuttum. Bu sene tutup tutmamayı düşünüyorum ama. Aslında benim için din tarafı bunun hiç yok. Bir şeye niyet edip bir şeyi yapmakla ilgili, kendi içimde yaşadığım keyfi bir şey. Bu sene için tutup tutmamanın kararını bile vermedim daha mesela. Evlendiğim zamanlarda Cumartesi sabahları sinagoga git dua et, Cuma akşamları iş çıkışı dua et denirdi. Bunlardan Cuma akşamı kısmını uygulamadım ama Cumartesileri eşimle beraber Ortaköy Sinagogu’na gitmeye başladım. Bir müddet öyle de gitti. Bir ritüele girmiş olmak benim hoşuma gidiyordu. Bir şeyin parçası olma durumu beni etkilemişti.

Evliliğe geçmeden derneklere gittin mi gençlik dönemlerinde?

Büyüdükçe ailem derneğe gitmem için zorladı biraz, Yahudi çevrem olsun Yahudi arkadaşlarım olsun diye. Çünkü Suadiye’den hep mahalleden arkadaşlarım vardı ve bir tane Yahudi vardı ama Ali diyorlardı. Ben onun Yahudi olduğunu çok sonra öğrendim. Sonraları tabii katıldım faaliyetlere. Ben biraz Yahudi çevrem olsun diye karar verdiğimde sene 98’di. Yahudi kollarının tiyatro koluna gireyim dedim çünkü tiyatroyla ilgileniyorum oyunculukla ilgileniyorum seviyorum falan. Oyunculuk seviyene bakmıyorlar. Yahudiysen ve oyunculukla ilgileniyorsan ufacık bir şey de olsa rol verirler diye gittim. Rol olmadı ama müzikalde dans ettim. Sonra devam etmedim zaten.

Peki lise üniversite yılları?

Liseyi bir devlet okulunda okudum. Tabii bayağı bocaladım diyebilirim. Kuralların olmadığı bir okuldan herşeyin kurallı olduğu, üniformalı, disiplinli bir hayata geçiş yapmış oldum. Arkadaşlarım oldu tabii, ama iyi bir öğrenci de olmadım. Sonrasında da Bilgi Üniversitesi’ne başladım. Ama okulda aradığımı bulamayınca çalışmaya karar verdim. 97 yılında okulu bıraktım iş hayatına başladım.

Genel olarak arkadaş grupların kimlerden oluşuyordu?

Eskiden Türkler daha ağırlıktaydı sonradan evlendikten sonra Yahudi ağırlıklı olmaya başladı. Çünkü gerçekten eşim tam bir Yahudi ortamından geliyordu ve ben de onun ortamına geçtim evlenerek. Aslında onunla evlenmem ve onunla hayatımı birleştirmem bana çok kapı açtı.

Peki artık gelelim evliliğe. Eşinle nasıl tanıştınız?

Dernekte bir arkadaşla tanıştım. O da benim evleneceğim kişiyle yakın arkadaştı, onla ufak bir grubu vardı. Bu arkadaşım beni çok sevdi ve kafasında demiş ki “bu iki arkadaşım evlense ne güzel olur”. Bizi tanıştırdı sonra. Ve gerçekten de bir süre sonra oldu. Beş sene kadar süren bir birliktelikten sonra evlendik. Ben 28 yaşındayım o 22 yaşında. Eşim üniversiteyi bitirir bitirmez hemen evlendik. Onunla olan evliliğimde çevrem değişti. Bu da benim hoşuma gitti, iyi de oldu aslında. O çevreyi merak ediyordum. Hep bildiğim şey şuydu o çevreden uzak kaldığımda; Yahudi insanları şımarıktır, Yahudi kızları özellikle çok şımarıktır. Erkeklerin de burunları havadadır diye düşünüyordum. İçeri girdikten sonra bakış açım değişti, kendim de olgunlaştım, sabit bir bakış açım olmadı artık. Çok yakın arkadaşlarım o ortamlardan çıktı, düşündüğüm gibi değildi yani. Ama yetiştiriliş olarak bu insanlarda şey var; evlen yalnız kalma, kızların genel düşüncesi de bana bu erkek nasıl bakar. Ben kendi ayaklarımın üzerinde duramayacağım bana bir kahraman lazım, bu erkeğe nasıl sığınırım düşüncesi çok var. Bu beni çok rahatsız eden bir şey.

Evlilik süreci nasıl oldu?

Biz evlenmedik evlendirildik. İki taraf da zengin aile çocuğu, beş senelik bir ilişki, ilişki her ne kadar aynı coşkusuna sahip değil kendini bitmeye bırakmışsa da biz onun farkında değiliz. Babam da “beş senedir bir kızla berabersin ayıptır artık bir sonuca bağlanacaksa bağlansın” diyordu. Onun gelinlik giyme düşüncesi, benim bir evliliğe giriyor olma heyecanım, bu cafcaflı törenler, kutlamalar bütün bu olayların heyecanına kapılmayla biz evlendik. Her şey olması gerektiği gibiydi. Ev hazırdı, geçtik eve. Para vardı pul vardı. Hiçbir şey için savaşmak zorunda kalmadık.

Aile evinden ilk o zaman mı çıktın?

Evet ailemle yaşıyordum öncesinde. Eşimle Gayrettepe’deki evimize geçtik. Onların tarafından bir ev verildi bize. Yani her şey tıkırında, neden evlenmeyeyim diye düşünüyordum. Evlilik sürecinde her şey geleneklere uygun oldu. Eşim benim dinden uzak olduğumu görünce o da bir süre koptu. Ama içinde istekli bir tarafı varmış onu bastırmış. Bizdeki Cuma akşamları yemekleri gayet sade, ama onlarınkinde babası Şabat duası okuyor. Bir akşam bu gece de sen oku dedi ve ben dua okumaya o şekilde başladım. Ailesi zaten dinin içindeydi kendisi biraz bırakmıştı, benle birlikte tekrar başladı ve annesinin yönlendirmesiyle İstanbul’da bir otelde ilk Kabala tanıtım toplantısına katıldı. Ve böylece Kabala’ya başlamış oldu. Ona dinleti olsun diye tanıtım kasetleri verildi, önce tepkisel yaklaştı sonra bir şekilde hemen adapte oldu. Ben önce hiç ilgilenmedim. Zamanla meraktan ben de işin içine girdim. Böylece evlilik, hayatıma Kabala’yı ve Yahudi ortamını sokmuş oldu.

Peki boşanma nasıl oldu? Aileler tepki gösterdi mi?

Ailem aslında çoktan olması gereken bir şeydi diye yaklaştılar boşanma sonrasında. Boşanırken çok müdahale etmediler, biraz kendi halimize bıraktılar. Ama babam için için kızıyordu bu duruma, hatta bayağı kızıyordu. Eşimden olumsuz konuşmuyordu ama iyi de konuşmuyordu. Onun ailesi de istemiyordu boşanmamızı. İstememelerinin sebebi elalem ne der, kızımız boşanmış olacak ondan sonra ne olacak düşüncesiydi. Boşanırken erkeklik gururum zedeleniyordu, eziliyordu. Biri benden nasıl boşanır korkunç, dünyam yıkılıyor gibi düşünüyordum o zamanlar. Boşandıktan sonra bir buçuk ay ailemle yaşadım. Çünkü toparlama süreci için onların desteği bana iyi geldi. Ondan sonra onlardan ayrılıp başka bir yere taşındım. Bu sırada çalışıyordum. Dolaylı yönden uzaktan bir akrabanın işine geçtim. Beş sene bu işte kaldım. Sonra kuzenim dedi ki faktoring açıyoruz, sen de memnun değilsin gel burada bizimle beraber ol. O şekilde faktoring yapmaya başladım.

Hep aile işlerinde çalışmışsın. İş hayatında Yahudi olmandan kaynaklanan olumsuz bir durumla karşılaşmadın bu durumda?

Hiçbir zaman. Ben babamın kurduğu şirkette de yarı zamanlı bir şekilde çalışıyordum okurken. Okurken çalışmayı aşılıyordu babam. Çalışanlarla acayip iç içeydim. Onlarla beraber bira içer, öğlenleri yemek yerdim. Hiç patron çocuğu gibi yaşamazdım. Asla yaşamadım, hiçbir zaman da sevmedim onu yapmayı. Ve Yahudilik hiçbir zaman söz konusu değildi. Hiç dinle ilgili bir şey konuşulmazdı. Hatta tahmin ediyorum dürüst bir Yahudi’nin yanında çalışmanın ne kadar dengeli olduğunu düşünen çalışanlarımız vardı. Öyle tahmin ediyorum. Ben bu ülkede birebir hiç Yahudi karşıtı bir şeyle karşılaşmadım, hayatım boyunca karşılaşmadım. Sanki İsrail’de yaşıyor gibi neredeyse. Hiç yaşamadım. Son yıllarda bir şeyler yaşamaya başladım. Gittiğim müşteriler “bu para işini kim yapar Yahudiler yapar, Hıristiyanlar yapar” derdi. Konu bir anda Amerika’ya gelirdi İsrail’e söverler abuk sabuk konuşurlardı. Bense hiç üstüme alınmam böyle şeyleri. Sanki hiç Yahudi olmamışım gibi onlarla konuşurum. Bir de hakikatçiyimdir ben. Sonuçta İsrail de sütten çıkmış ak kaşık değildir yani. Bu işlerle de çok ilgilenmedim aslında. Hiçbir zaman bir şeyin savunucusu olmadım. En basiti çok koyu bir Galatasaray taraftarıyım. Bir süre sonra baktım mutluluk getirecek bir şey değil. Şimdi sadece uzaktan bakıyorum. Zaten Yahudi tarihi de okumadım. O savaşları hepiniz benden çok daha iyi biliyorsunuzdur.

Adın Türkçe dikkat çekmiyordu. Peki soyadın?

İsmim de soyadım da Türkçe. Hiçbir zaman ele vermedim, hiçbir sorun yaşamadım ben bu yüzden hayatım boyunca. Ama hep çevremden sorun yaşayan insanlar duyuyordum. Sen niye yaşamıyorsun diye sorulduğunda ismimi soyadımı söyleyince “ha tamam, şimdi oldu” diyorlardı. Bunun dışında başkaları benim Yahudi olduğumu hiçbir zaman bilmiyorlardı, ben de söyleme gereği duymuyordum. Ta ki o yakınlık kurulana kadar. Söyleyebileceğimi düşünene kadar.

Kimliğinde Musevi yazıyor mu?

Hayır, ben 2007’de Türk vatandaşlığına geçtiğimde kimlik çıkarken sordular. “Boş bırakabilir misiniz?” dedim, “tabii” dediler. Başka bir şey sormadılar bile. Kimseyle uğraşmak istemedim. Bir polis çevirisinde Yahudi olduğum bilinsin istemedim. Bir yere gittiğimde Yahudi yazılsın istemedim. Zaten o kadar da Yahudi değilim ben. Temelde sorun çıksın istemediğim için yazdırmadım. Ben Yahudi’yim ne olacaksa olsun desem yazdırırdım oraya, ama öyle de hissetmiyordum. Ben bir şeyin içine doğdum ve büyüdüm. O kadar. Din nedir neden var bunların düşünülmesi lazım.

Yahudi olmak ne ifade ediyor öyleyse sana? Bu kimliği ne gibi unsurlar oluşturuyor?

Azınlık bir grubun bir parçasıyım, hepsi bu. Oradan doğdum, oradan çıktım. Ama ben dünya vatandaşı gibi hissediyorum. Yahudi biriyle evlenmeden hayatımı sadece sevgi üzerine kurmuş bir ideal üzerinden yürütmeyi düşünüyordum aslında. Çocuğum Yahudi olsun, şunu da yapsın bunu da yapsın değil, tam tersi benim gibi sorunlar yaşamasın rahat olsun ne istiyorsa onu yapsın.

Annen, baban, ailen hiç baskıya maruz kalmış mı? Anlatıldı mı bu sana?

Hayır, hiç böyle bir hikaye hatırlamıyorum. Anlatılmadı yaşandıysa da. Onların da yaşama ihtimali çok düşük, çünkü babamın da adı Türk soylu. Tamamen esnaf bir adamdır, harika bir esnaftır, harika bir ticaret hayatı oldu, Yahudi olduğunu bilenler bilmeyenler onu acayip sevdi. Çok sevilirdi. Annem de zaten çalışmadı, kendi sosyal çevresi belliydi. Bu çevrede yaşadı. Onun da zorluk yaşamış olma ihtimali yoktur diye düşünüyorum. O yüzden duymamışımdır, benden sakladıkları için değil. İsim mesele. Tamamen isim. İsmi buraya adapte edersen sorun yaşamıyorsun. Ama kimse ismini adapte etmek istemiyor. Onlar da kendilerine göre haklı. Salomon olsun, Jak olsun istiyorlar. Onu duyunca hop sen nerelisin diye başlıyor bir şeyler. Bir yere gidiyorsun çıkartıyorsun kimliği sorun başlıyor. Benim babam özellikle bunlardan kaçındığı için istemedi Yahudi ismim olsun. Adamın kafası böyle çalışıyordu, bu şekilde işliyordu ve böyle yaptı. Hikaye de böyle gelişmiş oldu.

Peki etrafın, yakın çevrende sorun yaşayanlar var mıydı?

Askere gittiklerinde bir takım sorunlar yaşıyordu bazı arkadaşlar isimden kaynaklı. Onların hikayelerinden birazcık etkileniyordum. Askere de gitmediğimden sadece zor bir durum diye düşünüyordum. Tam da bir empati kurabildiğimi düşünmüyorum yaşamadığım için. Çoğunlukla toplumun geri kalanıyla entegre bir şekilde yaşadım çocukluğumdan bu yana. Biraz ayrıcalıklı hissettim ama farklılık hissetmedim bu sebeple. Bu ülkede Yahudi olmak zor. Özellikle son beş on yıldır daha zor. Düşmanlığı arttıracak, kışkırtacak her şey yapılıyor.

Medyayı, politikayı takip ediyor musun?

Sosyal medyadan görüyorum, haberim oluyor. Arkadaşlarım var bu işin içinde dolayısıyla onlardan da takip ediyorum. İnsanlığa yazık diye düşünüyorum. Dinden kaynaklı ayrımcılık, dinin varlığı, devletin varlığı beni düşündürüyor. Delilik tam olarak. Dünya çok kötü bir noktaya gidiyor ve buna adaptasyon sağlamak zorundasın. Başka şansın yok. Hiçbir partili olmadım. 15 yıl öncesine kadar hiçbir partiyle ve devlet işleriyle ilgilenmedim. Zaten oy da kullanamıyordum, Türk vatandaşı olduktan sonra oy kullanmaya başladım. Babam hala kullanmaz, o hala İran vatandaşı. Politikayla hakikatten ilgilenmedim. Bunu yapmak için farklı bir karakter olmak gerekiyordu bence. Evlendikten ve Türk vatandaşı olduktan sonra oy verdim. Hatta sandık görevlisi de oldum. Üç dört defa yaptım o işi. Ama son bir iki senedir yapmıyorum. Artık çok sıkıldım bu yalan dolanlardan, artık ne olacaksa olsun dedim. Bu kafaya girmeyen herkes de girmek zorunda kaldı zaten.

Hiç buradan gitmeyi düşündün mü?

Hiç düşünmedim, hala da düşünmüyorum. Ben buradan şu koşullarda giderim ki aileme de söyledim bunu, burası bir İran olursa giderim. Alkolün yasak olduğu, dışarıda başın açık gezemediğin bir ortam olursa o zaman yaşayamam burada. Şimdi bile zorlanıyoruz, ama ben kendi dünyamda tamamım. Yavaş yavaş kısıtlamalar geliyor gibi oluyor bu şeylere ama ne kadar daha gelir bilmiyorum. Ama gitmeyi düşünmüyor istemiyorum. Ben mecburiyetten gidecek olanlardan olurum gidersem.

Buradan gidecek olsan nereye giderdin?

Hiç bilmiyorum. Her düşündüğümde bile ne bileyim dediğim bir şey. Portekiz vatandaşlığına başvurdum, Şubat Mart gibi bekliyorum. Ama onu sadece dolaşmak için vize kolaylığı için kullanacağım bir şey olarak düşünüyorum. Bir de gerekirse bulunsun neme lazım. Ben İran’la başladım Portekiz’e kadar gidiyorum çok büyük yol. Param olduğu dönemde gezemiyordum ben. Annem benimle birlikte sırf gidebileyim diye vizeye başvurduğunda hanımefendi siz gidebilirsiniz, ama çocuğunuz gidemez diyorlardı. Ne zaman ki Kabala hayatıma girdi, Amerikan vizesine başvurdum. Sorguya çektiklerinde sırf Kabala dedim diye üç aylık Amerikan vizesi aldım ben, ömrümün ilk vizesiydi. O da Kabala var diye. İran vatandaşısın çünkü.

İsrail’e gider miydin?

İstemem, ama giderim. Yani çaresiz kalırsam giderim. Daha önce çok gittim. En son 2006 yılında gittim maalesef çok değiştiğini söylüyor oradan gelen arkadaşlar. 2006’dan önce belki sekiz dokuz defa gittim. Kuzenim dokuz sene orada yaşadı, en kötü iki senede bir gidiyordum ziyarete. O orada okudu, sonra çalıştı. Sonra buradan oraya giden bir Yahudi’yle tanıştı ve buraya geri geldi yaşamak için. Çünkü çocukları akrabalarından uzak büyümesin istiyordu.

Son olarak kendini Türk olarak hissediyor musun?

Hayır. Oyum buyum şuyum demiyorum. Hakikaten yıllarca söyledim ama, yıllarca ben kendimi bayağı Türk hissettim samimi söylüyorum. Ama artık öyle de hissetmiyorum. Son 15 yılda değişmeye başladı yavaş yavaş, yok olmaya başladı ve kırılmaya kadar geldi. Anlamsız geliyor artık. Hatırlıyorum, 15 yıl evvel Türkiye bayağı iyi durumdaydı. Kalkınıyordu, büyüyordu. Bir şey oluyordu Türkiye’ye. Ne kadar güzel bir ülkede yaşıyoruz biz diyordum. Ben bunu söyledikten birkaç sene sonra değişmeye başladı durum, kötüye gitmeye başladı. Bunu söylediğimde 2000’lerin başıydı. Bir Avrupa gibi değildi ama iyi hissediyordum yine de. Belki de yaptığım işten dolayı öyleydi. Kendi işim iyi gidiyordu, etrafımın işi iyi gidiyordu. Ekonomi fena değildi. Belki de benim beklentim düşüktür bilmiyorum. Ben zaten Türk okuluna da gitmediğim için lisede ben de Türk demeye başlamıştım. Kendimi birşey olarak görmüyorum artık. Türk, Yahudi vs. insanım. Hepsi o.