Arşiv Haberler Makaleler

AFD ve Legida Eylemleri, Karşı Eylemler ve Leipzig Deneyimleri – Nihan Uslu, Mert Levent Barut

Bu gördüğünüz video, 22 Eylül 2017’de Almanya’nın Leipzig şehrinde, ırkçı parti Afd’nin (Alternative für Deutschland, yani Almanya için Alternatif) yürüyüşüne karşı gerçekleştirilen protesto yürüyüşünde kaydetmiş olduğumuz bir videodur. Yazının genelinde, doğduğundan beri İstanbul’da yaşamış iki genç olarak olarak Eylül 2016’da Leipzig’e yerleştikten sonra burada edindiğimiz deneyimlerden bahsedeceğiz. Bu deneyimler ırkçılık, antisemitizm, eylemlerdeki sloganlar gibi konuları içeriyor. Videoda gördüğünüz eylemi ve genel anlamda bu tip eylemleri anlayabilmek için öncelikle çok kısa bir arka plan özeti geçmek anlamlı olacak. Dünyanın genelinde, birçok kişinin de bu aralar bahsettiği gibi, ırkçılık maalesef yükselişte. 24 Eylül’de Almanya’da yapılan Federal Meclis seçimi (Bundestagswahl) ile Angela Merkel’in başkanlığındaki CDU/CSU birinci, SPD ikinci olurken, aşırı sağ olan ve sohbet ettiğimiz Alman arkadaşlarımızın deyimiyle Nazi partisi, üçüncü oldu. Yukarıdaki video, Leipzig’de yaklaşık birkaç ay öncesine kadar her Pazartesi eylem yapan, yükselişinden korkulan Afd’ye karşı kalabalığın öfkesini gösteriyor aslında. Korkulan da başa geldi… Afd’nin özellikle Almanya’nın doğusunda oyunun artması bekleniyordu ancak üçüncü olması, en azından politika konusunda sohbet ettiğimiz Almanların öngördüğü bir durum değildi.

Afd’nin yükselişi kadar korkulan ve varlığından rahatsız olunan başka bir topluluk da Pegida. Pegida; Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes yani Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar anlamına geliyor. Bu grubun üyelerinin büyük bir kısmı Afd’yi destekliyor. Legida ise Pegida’nın Leipzig versiyonu. Bu eylemi de düzenleyenler Legida üyeleriydi ancak Afd bayrakları da gözden kaçmıyordu. Zaten güya farklı topluluklar olan bu iki grubun karşı oldukları durumlar aynı; İslam ve göç karşıtlığı. Bunun yanında antisemitizm içeren söylemlerine de sıkça rastlanıyor.

Holokost eğitimi ile ilgili yapılan bir araştırmaya göre, “genç jenerasyona Holokost eğitimi vermek önemlidir” maddesine merkez sol, merkez sağ ve Yeşillerden katılımcı olan istisnasız herkesin cevabı “kesinlikle katılıyorum” olurken, Afd’de bu oran %38 olmuş. Werserbergland bölgesinin eski bir Afd yöneticisi, Gunnar Baumgart, Zyklon B’nin (Yahudi Soykırımı esnasında kullanılan siyanür bazlı kimyasal silahın) yalnızca hayatları korumak için kullanıldığını, bir Yahudi’nin bile Zyklon B ile öldürülmediğini söyledi. Afd’nin kurucularından Alexander Gauland: “Eğer Fransızlar Napoleon ile, Britanyalılar Nelson ve Churcill ile gurur duyuyorlarsa, bizlerin de, iki Dünya savaşında da Alman askerlerinin başarılarından gurur duyma hakkı var” dedi.

Bütün bu resmi ve ikincil bilgilere ek olarak kendi deneyimlerimizden bahsedebiliriz attık. Bu yazıyı yazabilmemize vesile olan yurtdışı deneyimimiz tam olarak 1 sene önce başladı. Almanya’ya gelmeye yaklaşık 4-5 yıl önce karar verdik, birimiz psikiyatri asistanlığını, diğerimiz de antropoloji yüksek lisansını yapmak için geldik. Bu kararı verdiğimizde Türkiye’deki durum –karamsar olmasına rağmen- bu derece değildi ancak sonradan bu kararın doğru olduğunu düşünmemize sebep olacak kadar değişti ibre.

Leipzig’de, birer göçmen (5-6 yıllığına da olsa) olarak, daha bavullarımız elimizdeyken ilk karşılaştığımız tablo; tramvay durağına asılmış Almanca, İngilizce ve bozuk bir Türkçeyle hazırlanmış bir polis afişi oldu. 1 ay önce şehirde yaşanan bir çatışmada öldürülen 2 Türkiyelinin soruşturması için görgü tanıkları aranıyordu. Yaşadığımız endişeyi tahmin edebilirsiniz sanırım. Bizi endişelendiren bir başka durum da, öğlen saatinde bir tramvayla merkeze giderken, 80 yaşlarında bir erkeğin, aralarında Arapça konuşan liseli öğrencilere “Burası Almanya, burada Almanca konuşacaksınız!” diye bağırması oldu. Onlardan biri de çok düzgün bir Almanca ile “İstersek çok güzel Almanca da konuşuruz ama 4 Arap’ın aralarında Almanca konuşması saçma bir durum!” diye karşılık verdi. Az çok dünya haberlerini takip eden insanlar olarak eski Doğu Almanya şehirlerinde yabancı düşmanlığının Almanya’nın geri kalanına göre daha çok olduğunu zaten biliyorduk. Yolculuk öncesinde yakınlarımızla yaptığımız ‘aman dikkatli olun’ konulu sohbetler, yeni bir ülkeye yerleşmenin verdiği heyecanla karışık bir gerginlik yaratmıştı ister istemez. Ancak zaman geçip, yaşamın içine girdikçe, artık içinde yaşadığınız kültürün kendine özgü, yazılı olmayan kurallarını tanımaya başlıyorsunuz. Bir göçmen olarak farklı ortamlardaki pozisyonunuzu görüyorsunuz, gösteriyorlar. Göçmen ve mülteci hakları yanlısı mahallelerde gezip aranızda Türkçe konuştuğunuzu duyan garsonun size ekstra güler yüzlü yaklaşımını da görüyorsunuz, göçmen karşıtı olduğu daha sizin kara kaşınızı kara gözünüzü gördüğü andan itibaren yüzünü buruşturmasından belli olan dükkân sahibinin, Almanca konuşma çabanızla dalga geçmesini de.

Artık ülkenizde haksızlıklara karşı ne kadar ses çıkardığınızın ilk etapta bir önemi yok. Kürt nüfusunun yoğun olduğu bu şehirde, Müslüman mahallesindeki Kürtlerle karşılaştığınızda onlara karşı bir tehlike oluşturmadığınızı kendinizi dikkatlice ifade ederek zaman içinde göstermelisiniz. Çünkü sizi ajan sanabiliyorlar. Ki bu anlaşılır bir durum, başlarına gelenleri düşünürsek. “Alamancı” diye nitelendirip, Türkiye’ye her geldiklerinde telaffuzlarıyla dalga geçilmesinden dolayı sizinle tanışmaktan, yakınlaşmaktan çekinen o güzel insanları anlayıp rahatlatabilmelisiniz. Refah düzeyi çok yüksek olduğundan olsa gerek, sizin kadar siyasetle iç içe olmayan Almanları, ülkenizde yaşanan bin bir sorunu tek nefeste anlatmaya çalışıp başlarını döndürmezseniz de iyi olur. Bir başka kesim de, ülkemizde bizlerin gitmeye korkup çekindiği yerlere gitmiş, dillerini öğrenmiş, ellerinden ne geliyorsa yapmak isteyen bir grup.

Bu videonun içinde yukarıda saydığımız, sonuçta bir yazı yazdığımız için her birini bir kalıba sığdırmak zorunda kaldığımız, belki başka bir kalıbın içine sokulabilecek ama henüz tanışamadığımız, insanlar var. Ülkemizde büyük boyutlarıyla karşılaştığımız kutuplaşma burada da var. Sadece, göçmen değilseniz ya da “göçmen gibi görünmüyorsanız” gün içinde bu kutuplaşmanın pek farkına varmıyorsunuz ancak “göçmen gibi görünüyorsanız”, ırkçılığa maruz kalabilmeniz kaçınılmaz.

Eylemde onlar ve biz… Aramızda polis. Bir tarafta, Nazizm ve Faşizm Almanya’da suç olduğundan düşünce özgürlüğü kapsamına girecek şekilde törpülenmiş pankart ve sloganlar, diğer tarafta Türkiye’dekiler kadar yaratıcı ve keskin olmasa da istenen mesajı veren sloganlar atan değişik sosyoekonomik ve siyasi düşüncelere sahip, göçmenler ve “hoş geldiniz göçmenler” taraftarı bir güruh. Polis, eğer karşılıklı eylem yapan iki grup birbirine fiziksel olarak saldırıda bulunursa müdahale ediyor aksi takdirde müdahale etmiyor(muş). Bizim de içinde olduğumuz anti-afd grubu, videoda gördüğünüz gibi hareketler yapıyor ve polis hiçbir şey demiyor. Sadece gruba yaklaşmamıza izin vermiyor hepsi bu. Bu demek olmuyor ki Alman polisi sütten çıkmış ak kaşık, ancak farklı bir ortam var Türkiye’ye göre. Sloganlar “Naziler siktirin gidin, kimse sizi özlemiyor”, “Nazi propogandası gibi bir hak yok!”, “Naziler, dışarı!” ve antifaşist bir grup olan Antifa’nın İtalyanca sloganlarını içeriyor. Zaten Antifa üyeleri de en ön safhalardan slogan atıyor, oldukça örgütlüler. Üzerinde durulması gereken en son durum da, Afd eyleminin 250 kişi iken anti Afd eyleminin 3000 kişi olmasıydı.

Peki, Almanya gibi Nazizm’den kendinin de zarar gördüğünü iddia eden bir ülkede böyle bir yürüyüş, hatta bu oluşumun kendisi (Pegida ve AfD) nasıl kabul görüyor? Afd protestosuna karşı (bizim de içinde olduğumuz) protestoya katılanların sloganlarında ifade ettiği gibi “Es gibt kein Recht auf Nazipropaganda!” (Nazi propagandası yapmak gibi bir hak yoktur!) maalesef gerçekte karşılık bulamıyor. Nazi propagandası alenen yapılıyor. Ama olaya daha liberal bakanlar, bu güruhun üstüne gitmenin onlara olan desteğin artmasını sağlayacağını, hatta şiddet içermedikçe düşündüklerini söylemelerinin bir hak olduğunu savunuyorlar. Anlaşılan bu takım elbiseli faşistler de zaman içinde söylemek istedikleri şeylere nasıl takım elbise giydireceklerini öğrenmişler. ‘Toleranz für Vergewaltiger’ / Tecavüzcülere karşı Hoşgörü gibi “ironi” içeren, adres gösterdikleri kesimin (Müslümanların) adını direkt yazmadan ima yoluyla hakaret ederken, “Schalom” (Şalom) pankartlarıyla karşı protestoya katılanları akıllarınca “selamlıyorlar”.

Özellikle Suriye iç savaşı sonrası göçle beraber Almanya’da yabancı düşmanlığının odak noktası genellikle Suriyeliler olsa da bu ırkçı ideoloji, köklerini aldığı Nazizmin söylemini antisemitizme yönelik olarak da yürüyüş veya toplantılarının bir yerinde yukarıdaki örnekte de olduğu gibi kullanıyor. Müslümanlara karşı İslamofobik bir söylem geliştirirken, göçmen yanlısı Almanlara antisemit çağrışımlarla kanı bozukluk imaları yapılıyor. Korkulanın başa gelmesi, Afd’nin oldukça yüksek bir oranla meclise girmiş olmasının ötesinde, yeni korkulan durumlar ortaya çıkıyor haklı olarak. Önümüzdeki günler, umuyoruz ki ırkçılık ve antisemitizmin daha da arttığı günleri getirmezler, umudu ve çabayı elden bırakmamak lazım.