Afedersin Antisemit Arşiv Makaleler

Afedersin Antisemit ve “İsrail 1947 sınırlarına geri dönsün!” – Sinyora Öjeni

Avlaremoz’un “Afedersin Antisemit” köşesi hız kesmeden dolmaya devam ederken, okuyucularımızdan bu köşe ile ilgili gelen yorumların arasında “Ne gerek var buna şimdi?” diye soranların oranı da bir hayli arttı.

Herkesin “gerek”çesi de “gerek”mezi de kişiye özgü. Uzun bir süredir kafamı meşgul eden bu durumla ilgili düşüncelerimi buraya da yazmak ve bu konuda farklı düşüncelere sahip olduğunu bildiğim siz okuyucularımızla beraber düşünme alanı yaratmak istedim.

“Ne gerek var”cıların bir kısmı antisemit içeriklerin paylaşılıp “temcit pilavi gibi sürekli göze sokulması”nın işlevsel olmadığını düşünüyor; bunu nefreti besleyen ve taraflaştıran bir tavır olarak algılıyor ve gayrimüslim vatandaşın hayatına devam etmesinin, bir anlamda adaptasyonunun önüne geçeceğini düşünüyor. Bu durumun iyileşebileceğine olan inancının da oldukça düşük olduğunu düşündüğüm bu grup, “Burası böyle, değişmez, boşuna da yorulma, baktın dayanamıyorsun git.” diyor.

Başka bir kısım ise bu içerikleri, bu içerikleri yazanları ya da yayına hazırlayanların varlığını bir tehdit olarak görmüyor. “Siz bakmayın bunlara yahu!” cümlesiyle özetlenebilecek bir yaklaşımla, “Ben Müslümanım ama başım açık diye benim için de aynısını söylerler, onlar zaten kimseyi sevmiyor” diyor ve şüphesiz ki iyi niyetle, paylaştığımız antisemit içeriklerin hedefi bizleri teselli etmeye çalışıyor.

Yine “Ne gerek var”cı kesime ait başka bir grup ise Avlaremoz’u hep kötü şeyler paylaştığı için eleştiriyor ve “Biraz da iyi şeyleri koyun canım!” diyor.

Ben ise bu eleştirilere “Hah işte, halbuki mevzu tam da bu!” diyerek cevap vermek istiyorum.

Yukarıda sıraladığım bakış açılarının hiçbiri gerçeklikten uzak değil, hepsi Afedersin Antisemit içeriğinin çizdiği resmin bütünün bir parçasına temas ediyor. Ama ben bu resmin bütününün içinde yaşıyorum. Bunun bir parçası değil bütünü benim gerçeğim. Bu, benim her günüm.

İsrail’de ezanla ilgili kanun tasarısının mecliste oylamaya sunulması üzerine Türkiye’deki Yahudilerin vatandaşlıktan çıkarılıp buradaki sinagogların kapatılmasını isteyen, aynı sokakta oturduğum komşum. Yahudileri buradan kovup “kıtır kıtır yapmak” isteyen üniversitede beraber ders notu kovaladığım arkadaşım. Beşiktaş-Hapoel Beer Sheva maçını izlerken “Yahudi katliamı görmek istiyorum” diyen kişi, aynı binada çalışıp sabahları asansörde günaydınlaştığım. İsrail’de çıkan yangınlar üzerine “Maşallah Yahudi gibi cayır cayır” diyen, aynı otobüste yan yana oturup, şehrin bitmeyen trafiğinde beraber zar zor ineceğim durağa varmaya çalıştığım. Reina saldırısının, Rusya Büyükelçisi’ne yapılan suikastin arkasında Yahudilerin olduğunu düşünen insana yarın bir iş toplantısında sunum yapacağım. İştipol Sinagogu açıldığında dua eden Yahudileri görüp bizlerin “ıslah edilmesi” gerektiğini beyan eden ile markette aynı sırada bekliyorum. Kayseri saldırısında silahsız askerlerin hedef alınmasının sebebini kalleş, kafir ve Yahudi olmak ile açıklayan kişi ile arkadaş ortamında aynı masaya oturuyorum. Edirne Sinagogu’nda yıllar sonra yapılan ilk düğünün görüntülerine “Hayattaki en büyük hayallerimden biri Yahudi öldürmek” diyenin çocuğu ile beraber gidiyor dershaneye benim çocuğum.

Ben, bu ülkedeki bütün kötülüklerin müsebbibi olarak bilinenim.

Dini ve etnik kimliği “küfür” olanım.

Hakaret edilmesi mazur ve hatta makul olanım.

Kötülüğün, akıl almaz bir sıklıkla ve yoğunlukla atfedildiğiyim.

Bunları söyleyenler kim ben bilmiyorum ama benim kim olduğumu, “ne” olduğumu onlar bilirse, başıma geleceklerden korkuyorum.

O yüzden benim bu ülkede yaşarken nasıl hissettiğimi anlamanın anahtarıdır Afedersin Antisemit köşesi. Sessizliğimin şifresidir. Size içimi döktüğüm köşedir.

Nereden ya da kimden geleceğini kestirememek ise “antisemitizmin kaynaştırıcı gücü”nün bir cilvesidir bana göre. Öyle bir yapıştırır ki iki ayrı uçtaki insanı birbirine, adeta kaynaşıp bir olurlar. Sağ ile solu aynılaştırmakta antisemitizmden daha başarılı bir strateji gördünüz mü hiç?

Sohbeti pek tatlı bir arkadaşımla geçirdiğim bir Cumartesi akşamımı anlatayım size. Kendisini sosyalist olarak tanımlayan, sanat okumuş ve yine sanattan para kazanan, hak ve özgürlük meselelerine kafasını sıkça yoran, çok okuyan, tiyatroyu ve sinemayı hayatından eksik etmeyen, politikayı yakından takip eden, yemeyi içmeyi seven, din ve kültür üzerine konuşmaktan keyif alan bir arkadaş. Cumartesi akşamı ne olacak bu memleketin hali noktasına gelen sohbetimiz, gündemde çokça yer alan burada yaşamak, buradan gitmek, başka bir ülkede hayata tekrar başlamak konularına doğru evrildi. Kafası karışıktı. Kısa bir zaman önce bir arkadaşı Arjantin’e taşınmıştı ve ondan duyguduğu yaşam tarzına özeniyordu. Diğer taraftan da başka bir yakın arkadaşı Norveç’e yerleşmişti ve kendisi de yurt dışına taşınma kararı alırsa, arkadaşının da yardımıyla oradan başlayabileceğini düşünüyordu. Bu sohbet esnasında ona kendimi anlatırken bir Yahudi olarak gitmemin nispeten kolay olduğu ülkelerden birinin, tüm Yahudilere anında vatandaşlık ve sosyal haklar veriyor olması nedeniyle İsrail olduğunu söylemiş bulundum ve sonra sohbetimiz İsrail’in ve özellikle Kudüs’ün turistik önemi üzerinden devam etti.

Daha doğrusu ben sohbetin devam ediyor olduğunu zannediyordum da meğer o arkadaş içinde yavaş yavaş fokurduyormuş. Bir meze daha söyleyelim mi, mekân mı değiştirsek şeklinde seyreden sohbetimizin orta yerinde arkadaş yükseldi yükseldi ve çok sert ve kararlı bir şekilde bana döndü dedi ki “İsrail 1947 sınırlarına geri dönsün!”

Hoppala!

“Olur” dedim, “Ben söylerim, o da döner” de… “1947’de İsrail kurulmamıştı henüz, onu ne yapacağız?” Kendisi muhtemelen sol cenahın çok sevdiği 1967 sınırlarından söz ediyordu ama neden söz ettiğini aslında o da tam olarak bilmiyordu. Bu vesileyle bu arkadaşın tarih bilgisindeki küçük bir hatayı düzeltme şerefine nail olup, kendisiyle bir daha görüşmeme kararı aldım.

Diyeceğim o ki, ben kendime bir fanus kuruyorsam bir sebebi var. Belli mahallelerde oturmuyorsanız, belli iş kollarında çalışmıyor, belli okullara gitmiyorsanız benimle tanışmanız zor çünkü ben kendimi içinde güvende ve kabul edilir hissettiğim alanın içinde kalmak istiyorum izninizle.

Ne iyi ki Avlaremoz var ve kendi alanımdan da olsa içimdekileri anlatıyorum sizlere. Belki bir gün, Ortaköy’de Hanuka mumu yakmamızdan birkaç ay sonra devletin kanalında Payitaht diye antisemitizmin göz göre göre körüklendiği bir dizinin rahatça yayınlanmadığı bir yerde karşılaşırız. Belki, entelektüellerinin ifade özgürlüğünü antisemitizmin bir perdesi olarak kullanmadığı bir yerde bir araya geliriz. Belki, devletin içine girmiş olduğu en sıkıntılı süreçlerden birinin arkasındaki sebebi açıklamak için kameralar karşısına geçen bir devlet adamının, “Yahudilerin rolü”nden bahsedip kutsal kitabınızdan alıntı yapacak cüreti gösteremeyeceği bir Türkiye’de buluşuruz. O zaman oturur konuşuruz karşılıklı ve ben sohbete adımı söyleyerek başlarım…