Röportajlar

İshak Alaton ile söyleşi: “Fütürolojiye merak lazım” – Rita Ender

“Sadece tecrübe ile test edilmiş bir sistemi ampirik ve bilimsel kabul edeceğim.”
KARL POPPER

İsveç’te bir lokomotif fabrikasında kaynakçı olarak çalıştığı yılların ardından Türkiye’ye dönen, kendi işini kuran ve bunun için önce “işinin ustası birini”; Üzeyir Garih’i ortaklığa ikna eden bir iş adamı İshak Alaton.

“Havalandırma teknisyeni” sıfatı ile “paradan anlayan adam” rolü arasında geçirmiş yıllarını. Çok çeşitli iş dallarında şirketler kurmuş, farklı ortaklıklar yapmış. Ve tüm yaptıklarının; treni yakalamakla, fırsat lokomotifinin geçtiğini hissetmekle ilgili olduğunu tecrübe etmiş. Tecrübeleri ve iş adamlığı üzerine İshak Alaton ile söyleştik… *

Röportaj: Rita Ender

berge-arabian-photo-isahak-alaton-1
© Berge Arabian

Bu mesleği, bu işleri yapmayı nasıl seçtiniz?

Ben seçmedim, içine düştüm. Şöyle oldu: Ben ortaokuldayken rüyalarımda mimar olmak vardı. Muhteşem, sıra dışı bir mimar olan Amerikan mimar Frank Lloyd Wright’ın hayatını anlatan bir kitap okudum; The Fountainhead (Hayatın Kaynağı – Ayn Rand). Rüyalarıma girdi o kitap ve Wright gibi meşhur mimar olacağım dedim. Fakat sonra 1942’de Varlık Vergisi geldi ve mahvolduk. Evin eşyası satıldı. Babam Aşkale’ye gitti, döndüğünde kırık bir adam geldi: 41 yaşında, beyaz saçlı, mahvolmuş bir adam… Bir daha kendine gelemedi. İki üç sene Ankara’dan
büyükbabamdan gelen paralarla yaşadık, berbat yıllardı bunlar. Tabii mimarlık hayalleri filan bir kenara atıldı ve
Karaköy’de bir şirkette git-gel işlerine başladım; çay götür, börek al, telgrafhaneden telgrafları getir… Sonra, bir kanun geçti ve gayrimüslimler de subay olabilir dediler. Hemen askere gittim, yedek subay oldum. Orada benim İngilizce bildiğimi zannettiler, halbuki ben Fransızca biliyordum. Beni Amerikalı bir binbaşının yanına verdiler; o İngilizce konuşuyordu, ben Fransızca cevap veriyordum. “Sen bana İngilizce öğret” dedim, “tamam” dedi ve 6 ay içinde adamdan İngilizce öğrendim. İngilizce öğrenerek askerlikten çıktım ve Volvo kamyonlarının ithalatını yapan bir şirkete girdim. Bir süre çalıştım. Ben burada hayatımı bitiremem, bir şeyler öğrenmem lazım dedim ve İsveç’e gitmek istedim. Yıl 1949.

Neden başka bir ülkeye değil de İsveç’e gitmek istediniz?

Çünkü İsveçli mühendislerle, teknisyenlerle bir araya geliyordum. Bu arada kataloglardan filan İsveç’e bakıyorum,
“Aman!” diyorum, İsveç rüyalarıma giriyor. İsveç Konsolosu’na –o zaman konsolosla temasımız vardı– gittim, “ben İsveç’e gitmek istiyorum, bana bir iş bul” dedim, “ne biçim iş?” dedi. “Bu gece düşüneyim ne biçim iş” dedim. Hayatta ne iş yapayım? Eve gittim, Popular Mechanics (Popüler Mekanik) diye bir mecmua vardı, aylık. Amerika’dan gelirdi, eskiciden alırdık, ucuz olsun diye. Onu karıştırmaya başladım. O zamanlar correspondance (yazışma) ile meslek öğreten bir sistem vardı. Mektup yazıyorsun, imtihan ediliyor, muslukçuluk, elektrikçilik, teknisyenlik alanlarında sana diplomamsı bir belge veriyorlar. Ben de bunun olabileceği mesleklere bakarken, orada air conditioning (havalandırma) gördüm. Aman Allah! Havayı ayarlama! Ulan, çok heyecan verici! “Tam bana göre” dedim ve işte orada bu işi seçtim! Gittim Konsolosa, “ben havalandırma teknisyeni olacağım” dedim, “tamam” dedi. Dostlarına mektup yazdı, bir ay sonra cevaplar geldi: “İsveç soğuk bir ülke. Air conditioning bizde yok.” Fakat biri dedi ki; “Bu yok ama lokomotif fabrikalarında kaynakçılara ihtiyaç var, kaynakçı olur musun?”, “olurum!” dedim. Diyorsun ya “meslek nasıl seçilir?”; açlık sana meslek seçtirir! Gittim İsveç’e ve kaynakçı oldum. 3 sene orada kaldım, çok iyi İsveççe öğrendim. E ama hayat boyu kaynakçı kalamayız. Buraya döndüm, iş aradım.
“Havalandırma teknisyeni” diye bir sıfat buldum kendime ama kimse bana iş vermiyordu çünkü diplomamı soruyorlar, e yok. Hem teknisyen hem diploması yok. 3 ay iş aradım, bulamadım ve depresyona girdim: Kimse bana iş vermiyor, ben bir boka yaramayan bir adamım. Sonra babam; “Oğlum kendi işini kur” dedi. Tamam ama diplomaya ihtiyacım var. Etrafa baktım ve Üzeyir Garih ile tanıştım. Üzeyir, o zamanın ısıtma havalandırma
yapan tek şirketinde; Todori Karakaş’ın Tokar adlı şirketinde başmühendis olarak çalışıyordu. Konunun ustasıydı, havalandırmayı bilen nadir adamlardan biriydi. Ustayı buldum ve 2 ay boyunca Üzeyir’in kafasının etini yedim. Dedim ki, “bırak bu işi, gel benimle ısıtma-havalandırma müteahhiti olalım.” İkna ettim ve onunla yola çıktık. İşte böyle, meslek biraz da doğru adamı seçip onu tavlamakla başlar. Sonrası malum…

Üzeyir Bey ile aranızdaki iş ilişkisi, iş birliği nasıl kuruldu?

O tekniğini yürüyordu, ben ticaretine bakıyordum. “Paradan anlayan adam” rolündeydim. İlk işimiz de Bedri Pensoy’un binasının ısıtılması idi. Bedri Pensoy, Bozkurt Mensucat’ı kuran ve Vehbi Koç ile ortak olan adamdır. Çanakkaleli bir Yahudi. Çok efendi bir adamdı. Onun 5 katlı binasını sıcak hava ile ısıttık. Herkes merakla seyretti çünkü soba yok, radyatör yok ama oda ısınıyor. Bedri Pensoy bize güvenmedi, çünkü ben ısıtma işini almak için onun oğlunu kandırmıştım, oğlu Saint Michel’den sınıf arkadaşımdı. Bir gün hava kanallarını çekerken binayı geziyordum, baktım her odada bir delik bırakılmış. Bedri Bey’e sordum; “O delikler ne?” Dedi ki; “soba
borusu.” “Biz havayla ısıtıyoruz senin sobaya ihtiyacın olmayacak ki” dedim. “Hahaha” dedi; “sen oğlumu tavladın, sen beni tavlamadın ki. Bilmediğim boktan bir tesisat yapacaksın, o bizi yarı yolda bırakacak kış ortasında, soğukta kalacağız. Ben her odaya soba koyup öyle ısıtacağım her yeri.” Ve adamı haklı buldum. Haklı, çünkü kimsenin yapmadığı bir sistemdi bu. Üzeyir’e anlattım, “merak etme biz ısıtacağız bu binayı” dedi. Ve ısıttık, başarılı olduk.

Yıllar içinde, iş alanlarınızı nasıl çeşitlendirdiniz?

Hayat öyle bir şey ki, senin çalışma kulvarınla ilgili olmayan bir dal gelir önüne ve sen onu bir şekilde kendi faaliyetinle bağlayabilirsen; oraya da bir enerji aktarırsan o senin ilave bir dalın olabilir. Bunun izahı şöyle: İnsanın önünden her gün birçok tren geçer. Trenlerin her birinin üzerinde; “fırsat” yazar. Fakat o trenler görünmezdir. Onları görmek mümkün değil ama hissetmek mümkün. Hissettiğinde treni yakalayıp ona bindiğin anda o sende yeni gelişen bir dal olur. Biz mesela 2007’de ben 80 yaşındayken Alvimedica’yı kurduk. Stent, kalp tedavisinde kullanılan balon üretiyoruz. Havalandırmadan sonra inşaat işine girdik, içimdeki mimar olma ukdesi depreşmişti. Sonra enerji işine girdik. Klima ile havalandırmayı ayırdık, Carrier ile ortak olduk. Sonra ben sosyal işlere ilgi duymaya başladım, TESEV’i ve Açık Toplum Vakfı’nı kurdum.

Biriyle ortak olmak veya yeni bir şirket kurarak iş alanını değiştirmek nasıl kararlardır?

Bunu, hem fırsatların değerlendirilmesi olarak izah edebilirim, hem de biraz öngörü olarak. Öngörünün içine fütüroloji de giriyor. Geleceğin ilmini önceden hissedebilmek. Bende bu her zaman canlı oldu. Mesela bugün 2050 yılının raporlarını okuyorum, 2050 yılında hayat nasıl olacak diye çok merak ediyorum. Biliyorum ki ben o yılları göremeyeceğim ama ona olan merakım yeni projeler yaratma olarak bana geri dönüyor.

İş adamı olmak böyle bir şey mi? Tüccarlık ile iş adamlığının farkı nedir?

Tüccar, alıp verendir. İş adamı olmak için ufkunun ve öngörünün olması lazım. Fütürolojiye merak lazım.

Yahudiler herkesin söylediği gibi, sahiden bu mesleklere daha yatkın insanlar mı?

Böyle bir önyargı var ve bunu kabullenmek lazım. Yahudiler daha sceptic’tir, (şüpheci). Bu çok büyük bir avantajdır neden; çünkü hep sorgular Yahudi: Bu gerçeğin arkasındaki gerçek nedir?

Gerçeği, bu çalışma mekânında, Kuruçeşme ile Ortaköy arasındaki binada aramayı nasıl anlatırsınız?

Biliyor musun, burası şifa yurduydu? Hastaneydi. Bu odada 20 sene bir Kral yaşadı. Ürdün Kralı Hüseyin’in babası Kral Talal. Talal şizofrendi, 1959’da tahta çıkarıldı, bir hafta sonra indirildi ve buraya yollanıldı, 20 sene burada yaşadı. O hasta gitti, başka bir hasta geldi! Ama baksana ne kadar güzel manzara, Boğaz… Öyle değil mi?…

* Rita Ender’in 6 Aralık 2013’te İshak Alaton ile gerçekleştirdiği bu söyleşi ilk olarak Agos’ta, ardındansa 2015 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan “Kolay Gelsin” kitabında yayımlandı.