Avlaremoz Dosya Kültür Sanat Röportajlar

Rita Ender’le “İsmiyle Yaşamak” Üzerine – Riva Hayim

ismiyle-yasamak

Üniversitede bir hocam Türkçe konuşuyorum diye beni tebrik ettiğinde çok şaşırmıştım.”

Rita Ender. Araştırmacı avukat ve yazar. Kendisinin yazılarını Agos’tan severek takip ederim. Toplumun farklı renkleri, kültürlerini okumak isteyenler için ise cevher niteliğinde yazılar yazıyor. Bitmekte olan meslekler ve yok olmakta olan mekanlara dair “Kolay Gelsin” kitabından, Sefarad Yahudileri’nin lisanı Ladino’dan arta kalan kelimelerin peşine düştüğü belgeseli Las Ultimas Palavras’ı (Son Sözcükler)’den sonra, şimdi de son kitabı “İsmiyle Yaşamak” yayınlandı. Son kitabında Rita, burada doğup büyüyen, burada yaşayan ama isimleri işitildiği anda “yabancı” muamelesi gören insanları anlatıyor. Rita’nın kitabını bir günde elime alır almaz bitirince, merak edip kendim için soracağım soruları sizin için de sordum.

Sorulmayan sorular, öğrenilmeyen cevaplar ve birbirinden yabancılaşan bir toplum.

Sahi “Nereden musallat oldu bu nereden geldiniz sorusu?”.

Ben sordum, Rita cevapladı.

 

Fotoğraf: Berge Arabian /Agos
Fotoğraf: Berge Arabian /Agos

İsmiyle Yaşamak, farklı isimlerin hikâyelerinin peşine düştüğün bir araştırma. Bu fikir nasıl şekillendi?

Türkiye’deki gayrimüslim azınlıklar ve azınlık hakları üzerine çalışıyorum. Bu defa isim hikâyeleri üzerinden konuya bakmak istedim. Kitaptaki her hikâyenin içinde iki temel hikâye var: Birincisi, kişinin kendi ismine nasıl sahip olduğu ile ilgili olan hikâye. İsmin anlamının ne olduğu ve o ismin neden, nasıl, kim tarafından seçilmiş olduğu, nasıl bir gelenekle veya hangi ortamda ona verildiğiyle ilgili…

İkinci hikâye ise, birinin, Türkiye’de Türk veya Müslüman olmadığına delalet eden ismiyle neler yaşadığıyla ilgili. Bu bölümde hak meselesi devreye girebiliyor. İkisi de benim için çok ilginçti, üzerine konuşmak, hikâye toplamak ve yazmak istedim. Agos Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan’ın onayını aldım ve yazmaya başladım. Berge Arabian önceki kitabımda olduğu gibi fotoğraflarıyla bana eşlik etti. Sonrasında da İletişim Yayınları aracılığı ve Tanıl Bora desteği ile kitaplaştı.

Eskiye kıyasla Türkiye’de toplumlar kendi kültürüne, dinine ait isimleri çocuklarına rahatlıkla verebiliyor mu?

Bu kitap ve bu sırada edindiğim gözlemlerim, tabii ki bu konuda bir fikir beyan etmek için hiç yeterli değil. Farklı mesleklerden, farklı yaşlardan ve farklı gayrimüslim cemaatlerden olan, 45 kişi ile söyleşi yaptım. Aynı cemaatten olup farklı görüşte, başka duruşta olan kişileri seçmeye gayret ettim. Ve aralarında henüz çocuk sahibi olmayanlara, bir gün bir çocukları olursa onlara nasıl isimler vereceklerini sordum. Çoğu tereddütsüz şekilde, kendi kültürü, aidiyeti, kimliği, dini ile ilişkili bir isim vereceğini söyledi. Mesele Hera Büyüktaşçıyan demişti ki: “Tabii ki, başta, taşıdığım kültürlerden birinden yola çıkarak isim vermek isterim. Çünkü, sahip olduğumuz, çok nadir ve kaybolmasından korktuğum bir şey. İsimle ölümsüzleştiriyoruz bazı şeyleri.”

Senin de kapı zilinde ismin yazıyor mu?

Hayır, ama bu Türkiye’de Yahudi olmakla değil kadın olmakla ilgili bir durum. Yoksa kapıda mezuza var.

Türk toplumu çok kültürlü ve renkli olduğunu unuttu mu sence? Nereden musallat oldu bu “nereden geldiniz” sorusu?

Toplumun her kesimi, bayramlarda komşusunun paskalyasını yediğini anlatmıyordu ki zaten. Şimdi de öyle. Birileri var ki onlar, gerçekten Türkiye’nin %1’lik nüfusunu oluşturan toplumların varlığından bihaber. Daha önce hiç duymadığı, ona göre garip olan o tuhaf ismi duyunca inanılmaz şaşırıyor ve hemen bu ve buna benzer soruları soruveriyor. Şaşkınlıktan…

Birileri var, onlar, Türkiye’de de Müslüman olmayan insanların yaşadığından haberdar. Fakat işin bu yanıyla pek de ilgilenmiyorlar, ilgilendikleri memleketin neresi olduğu. Bunu tespit etmek istiyorlar. Bu bir yandan da, Türkiye’de tanımadığınız biri ile “Havaların ne kadar sıcak-soğuk olduğu”nu konuştuktan sonra muhabbeti derinleştirmenin altın kuralı.

Birileri var ki, onlar epey kültürlü, atalarınızın yolculuğunu merak ediyor; Yahudi’siniz peki ama Doğu Avrupa’dan gelenlerden mi yoksa İspanya’dan kaçanlardan mı?

Birileri var ki onlar açıkça kötü niyetli. Adeta size haddinizi bildirmek istiyorlar ve buraların esas sahipleri olarak sizin sonradan geldiğinizi söylemeye çalışıyorlar. İşte bu hummalı çalışmayı yapanların karşısına, Teodora Hacudi veya Luiz Bakar gibi bir kadın çıkıyor bazen ve o zaman o soruyu sorana sorusu az biraz değiştirilip iade ediliyor!: “Biz buradaydık da, ya siz ne zaman geldiniz?”

Türkiye’de çok renkli kültür ve değerlerin yok olmasıyla, azınlıkların kodlamaya mahkum kendi isimlerini koymaya devam ettirme çabası arasındaki bağ nedir?

Bana bu konuda mağduriyet hissi veren, ismimin anlaşılmıyor olması değil; sorgulanıyor olması. Bazı isimlerin anlaşılmaması doğal. Telaffuzunun yanlış yapılması, başka bir isme benzetilmesi herkesin başına gelebilir, geliyor da. Tanıl Bora kendi önsözünde yazdı, ona da “Taner”, “Kemal”, “Tanır” derlermiş. En yakın arkadaşlarımdan biri de avukat, ismi Coşku, her duruşma zaptında kendisine başka bir isim verilir: Coşkun, Çoşku, Cosku. Onunki benimkinden daha zor anlaşılıyor, daha fazla yanlış yazılıyor ama şimdiye kadar hiçbir hâkim veya memur ona dinini sormadı. Halbuki bana soruyorlar. Oysa sorulmaz, sorulmamalı. Çünkü burada yok olacak olan kültür ve değerlerden önce hukuktur. Kişinin özel hayatının gizliliği vardır, bu bir haktır. Sonra, inanç ve din özgürlüğü, ifade hürriyeti ile ilişkilidir ve kimse durup dururken bir kamu görevlisine inancını açıklamak mecburiyetinde değildir. Bunların sağlanamadığı bir yerde, hangi kültür korunabilir?

Ne zaman geldiniz Türkiye’ye ile ülkenize defolun gidin arasındaki fark nerede başlıyor, nerede bitiyor?

İsminizi duyup, bu soruyu, buraya ait olmadığınızı ima etmek için soranların bazılarının samimi talebi, defolmanız yönünde. Ve bu talebi, “burası bizim, siz geldiniz, misafirsiniz, biz kapıları açtık” söylemi üzerinden dile getiriyorlar. Sizin gitmenizi isteyen biri sanki sizden daha iktidarlı. Arus Hoca ( Arus Yumul) söyleşisinde isimlendirmenin iktidarla ilişkisi olduğundan bahsetmişti ve demişti ki: “Adlandırmak önemli bir şey. Yaradılışa bakın, orada Tanrı dünyayı yaratır, Tanrı ‘Işık olsun’ der, ışık olur. Sonra Tanrı, adlandırma iktidarını Adem’e verir. Adem hayvanlara, bitkilere hangi adı verirse o adları kabul eder. Önemli bir iktidardır adlandırma…”

Kitabında dönemin nüfus memurları çok kültürlülüğün silinmesi için büyük çaba vermiş. İsimleri beğenmeyen, reddeden, karşısındakinin soyadını kendi beğendiği gibi seçen nüfus memurlarından bahsediliyor. Farklı isimlilerden hoşlanmayanlar. O dönemin nüfus memurlarından en çok hangi toplum çekti sence?

Bu konuda, tıpkı Varlık Vergisi’nde olduğu gibi, azınlıklar arasında “eşitlik ilkesi” hâkimmiş!

Eskiden Nüfus memurlarının bilinçli yaptıkları hataları, değişiklikleri bugün değiştirmek, düzeltmek istesem ve ismimi bu topraklarda yaşatmak istesem ne yapmam gerekiyor? Hukuk ya da bürokrasi herhangi bir düzenleme veya kolaylık sağlanıyor mu?

Kitabın önsözünde buna kısaca değinmeye çalıştım: İsim bir haktır ve kişinin ismi üzerinde hakkı vardır. Hukuk da haklarımızı kullanabilmemiz için var. İşte bu yüzden kendi hukuk macerasını anlatan Paulus Bartuma gibi, hukuk yoluna gitmek kanunen mümkün. Fakat uygulamada ne oluyor? Bunun cevabını bazı mesleki anılarını aktaran Av. Luiz Bakar ve Av. Benyamin Poluman verdi…

Rumlar, Süryaniler, Kürtler, Yahudiler, Bulgarlar, Arnavut’lar, Çerkezler, İtalyanlar, Levantenler hangi toplum kendi kültüründen ayrılıp lokal isimler koymaya daha yatkın?

Benim kitabım sadece gayrimüslim azınlıklarla ilgili. Bu kitaptan yola çıkarak ve Ari Çokana’ya da referans vererek sadece şunu söyleyebilirim: Rumlar hiçbir zaman Türkçe isim vermemişler. Yahudiler, Süryaniler, Ermeniler Türkçe isimler kullanıyorlar.

 

“Oğlumuzun askerlikte bu isimle başına bir şey gelmesin, şu isimi koyalım”. Bu yersiz bir çekince mi yoksa o günleri geride mi bıraktık?

Tabii ki yersiz değil ve sadece askerlikle ilgili değil. Bu isimleri taşımanın ucunda ölüm var. Olmasaydı Sevag Şahin Balıkçı ile askerlik anılarını bugün konuşuyor olabilirdik veya Yasef Yahya ile meslek tabelaları üzerine bir söyleşi yapabilirdik… Maalesef yapamıyoruz! Ayrıca bu durum, yine maalesef sadece buraya özgü bir hal değil. Soy isminin Levi veya Cohen olması dünyanın hiçbir yerinde kolay değil. Değildi ve olmayacak. Ve Sartre’ın kendisi için söylediği gibi, antisemitizm kimilerini Yahudi yapan şey olacak.

Bir de kendi cemaati dahil kimsenin ismini doğru telaffuz edemediği İrvin Mandel var. Kısaca bahsedebilir misin?

İrvin Bey’in benim için ilginç olan yanı yıllardır düzenli olarak Şalom’da çiziyor olmasıydı. O çizimlerini isimlendirmiş biri, çizdiği seriye bir isim vermiş: “Mozotros” Yani; “Bizimkiler”. Bizimkileri anlatmak da öyle kolay değildir. Anlatımınızda kendilerini beğenmezlerse çok alınırlar ve nereden geldiğinizi değil ama nereye gittiğinizi sorarlar! Mahalle baskısı her yerde… Mizahla bunlara cevap verebilmek önemli. Tıpkı İzel Rozental’ın da yıllardır yaptığı gibi.

Kitabında zile babasıyla ismini yazan 8 yaşındaki Daniel’in röportajı var. Babası geniş topluma ve kendi oğluna zile isimlerini birlikte yazarak ne mesaj vermeye çalışıyor?

Babası Henri Çiprut’un ne hedeflediğini bilemem ama benim özlediğim doğallık, Daniel’in kedisine Pati ismini koyuşunu anlatışındaki doğallık. Bir soruya cevap olarak bazen sadece; “İşte.” diyebilmek. Ve başka bir konuya geçebilmek. Daniel Mazliah Çiprut ve Liana Kamar’ın söyleşileri, yaşları ve doğrudan verdikleri cevaplar ile bu serinin, kitabın en özel söyleşilerinden oldu bence.

Çok güzel Türkçe konuştuğun için tebrik aldın mı? Ne hissediyorsun böyle bir yorum duyduğunda?

Tabii. üniversitede bir hocam beni tebrik ettiğinde çok şaşırmıştım. Şimdi şaşırmıyorum ama sonrasından gelecek sorulara sinirlenebiliyorum. Yudit Namer hislerime tercüman olmuştu. Yudit, psikoterapist olarak LBGT bireylerle çalışıyor, bunu duyan insanlar hemen ona soruyormuş: Lezbiyen misiniz? O da diyormuş ki; “Ben size kiminle yattığınızı soruyor muyum? Daha tanışmıyoruz.” İşte aslında, böyle bir durum, tanımadığımız biriyle neden bunları konuşalım ki?

Çocuğuna kendi dinine mi, kültürüne mi ait yoksa geniş topluma ait Türkçeleştirmiş bir isim mi koyardın?

Çocuğum-çocuklarım olursa bu beni yeniden Yahudilikle yüzleştirecektir. Bunun için şüphesiz Yahudi isimlerine ihtiyacım olacak! Bu tabii işin, benim iç dünyamla ilgili olan kısmı. Bir de, dış dünyayla ilgili olan kısmı var ki; o alanda da Yahudi olduğumun anlaşılmasından affedersiniz ama hiç utanmıyorum.

Doğmamış çocukların da utanmamasını dilerim, can-ı gönülden.

1 comment on “Rita Ender’le “İsmiyle Yaşamak” Üzerine – Riva Hayim

  1. […] üzerine Riva Hayim, Rita Ender ile Avlaremoz için bir söyleşi gerçekleştirmişti. Söyleşiye buradan […]

Comments are closed.