Arşiv Göze Çarpanlar

“Çocuklarımızı kurtarmak için Türkiye’den ayrıldık”

Neden Türkiye’yi terk ediyorlar? Neden dönmekten vazgeçiyorlar? İsrail’de yaşayan profesyonel yönetici D.B., Türkiye’nin yakın geleceğinden umut görmediği için Türkiye’den ayrılanlardan…

star-of-david-458372_960_720

Kaynak: Murat Aksoy / Haberdar.com

D.P.B., Türkiye’nin yakın geleceğinden bir umut görmediklerini söyleyerek çocuklarının geleceği için Türkiye’den ayrılmış. Aynı anda 6 aile birlikte İsrail’e giden D.B.: “Çocuklarımızı Türkiye’de var olan hem eğitim hem de hayat yarışının içine sokmak istemedik. Çocuklarımızın geleceği için büyük bir bilinmeze doğru gitmek istemedik.” dedi.

Kısaca kendini tanıtır mısınız?

1976’da İstanbul’da doğdum. İstanbulluyum. İstanbul Üniversitesi Rus Dili Edebiyatı mezunuyum. Yabancı dil bilmeyi ve öğrenmeyi çok sevdiğim için bu bölümü tercih ettim. Üniversite sonrasında da dil içerikli, sosyal veriler gerektiren işleri tercih ettim. Aynı zamanda kokartlı turist rehberiyim. İspanyolca ve İngilizce iki farklı dilde rehberlik yapıyorum.

Evlendikten sonra bir tercih yaptım; rehberliği değil daha düzenli bir hayatı tercih ettim. Saatleri, adresi belli olan bir iş tercih ettim. Biri 12, diğeri 7.5 yaşında iki kızım var. Eşim de ben de İstanbul Yahudilerindeniz ama ikimizin de dinle, dini ritüellerle bir ilgimiz yok denecek kadar az.

Kendini siyasal olarak nasıl tanımlarsınız?

Ben hiçbir kalıba ve gruba ait olmayı tercih etmedim hiçbir zaman. Siyasal olarak “özgürlükçü” birisiyim. Sağcı, solcu olarak da kendimi tanımlamıyorum. Bugünün toplumunda ne solcu ne de sağcı olabilmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. O kadar farklılaştı ki bu kavramlar. O yüzden kendimi bu kavramlarla açıklamıyorum. Kendimi insancıl ve özgürlükçü biri olarak tanımlayabilirim. Hiçbir konuda hiçbir zaman radikal olmadım.

Yurtdışından Türkiye’yi nasıl takip ediyorsun, hangi araçlarla?

Günümüzde her yeri, sosyal medya ve internet yoluyla takip etmek çok kolay artık. Ayrıca evimizde Türkiye televizyon kanallarını seyrediyoruz.

Yurt dışına göç ettiniz. Nasıl ve neden ortaya çıktı bu göç fikri?

Çocuklarımız doğduktan sonra eşimle birlikte Türkiye’de kalıp kalmama konusunda daima çekincelerimiz oldu. Ancak bazı kararları almak o kadar kolay olmuyor, hakikaten cesaret gerektiren adımlar. Sonuç olarak sizin öz benliğiniz ve kimliğiniz, doğduğunuz topraklara ait. Kültürel alt yapınız, aldığınız eğitim, yani günlük hayattaki tatlar bu topraklara ait. Nitekim ayrılma kararını ancak çocuklarımız olup, biraz büyümeye başladıklarında; onların geleceğiyle ilgili endişelerimiz yeniden nüksedince aldık.

ÇOCUKLARIN GELECEK ENDİŞESİ AĞIR BASTI

Ne gibi endişeler bunlar?

Çocuklar için duyduğumuz endişelerdi daha çok. Sonuçta eşim ve ben 10 küsur senedir evli, işimiz gücümüz oturmuş, sosyal çevremiz, arkadaşlarımız, politik bakış açımız belli insanlardık. Türkiye’de oturmuş bir hayatımız vardı. Ailemizden bizimle gelen kimse olmadı mesela. Biz, Türkiye’nin yakın geleceğinden bir umut görmedik ve çocuklarımızı Türkiye’de var olan hem eğitim hem de hayat yarışının içine sokmak istemedik. Çocuklarımızın geleceği için büyük bir bilinmeze doğru gitmek istemedik. Onları özel okula verme imkanımız vardı ama içinde olduğumuz tünelin ucunda bir ışık göremedigimiz icin bu bize yeterli gelmedi.

Bir de çocuklar çok büyümeden bunu yapalım istedik. Sonuçta, yaş ne kadar küçükse uyumunuz o kadar hızlı oluyor. Ben buraya geldiğim zaman küçük kızım 5, büyük kızım 9 yaşındaydı. Ben de 35 yaşındaydım. Geldik, küçük kızım 3-5 ayda ülkenin dilini ülke aksanıyla öğrenmeye ve konuşmaya başladı. Büyük kızım biraz daha zorlandı ama o da belli bir süre sonra zorlukları aştı.

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ EĞİTİM BELİRLEYECEK

Sanırım bu kararda eğitim biraz öne çıktı, ne dersin?

Evet. Çünkü sadece çocuklarımızın değil Türkiye’nin geleceğini eğitim belirleyecek. İstanbul’da çocuklarını iyi okullarda okutanlar bile çocukları bu ülkede kalsın diye değil, yarın bir gün yurt dışında gidebilsin fikriyle yapıyor bunu. Türkiye’de kalıp ülkeme faydalı olsun, bir şeyler değişsin ümidi çoktan bitti artık.

Türkiye’de üç beş tane özel okulu ayırdığınız zaman, özel de olsa devlet okulu da olsa tamamen basmakalıp eğitim veriyorlar. Öğrencileri düşündürmeye, araştırmaya, sorgulamaya yöneltmeyen, çocuğun çocukluğunu yaşamasına müsaade etmeyen baskıcı bir eğitim sistemi var.

Eğitim sistemi de öyle sanki…

Dolayısıyla çocuklarınız için çok fazla şansınız yok. Ya senelik ücreti astronomik rakamlar olan özel okullara vereceksiniz ya da çocuğunuzu var olan eğitim sistemine teslim edeceksiniz. Biz bu iki seçeneğin dışında daha radikal bir tercih yaptık.  Çünkü bu sistemden Türkiye’ye ışık olabilecek hiçbir girişim görmüyorum ben.

Ailemden bir örnek vereyim. Benim yeğenim Ulus Musevi Lisesi’nde okudu. Özel bir üniversitede hukuk bölümünü kazandı. O güne kadar çok geniş olmayan bir çevrede, kendisi gibi gençlerle ve iyi şartlarda büyüdü. Genel kültür seviyesi yüksek bir çocuk oldu her zaman. Üniversite özel de olsa, farklı gruplardan, kimliklerden gençlerin bir arada olduğu daha heterojen bir ortam. İlk birkaç günde yaşadıklarından sonra yeğenim sudan çıkmış balığa dönmüş. O günlerde annesine bir arkadaşının ona “Sen Yahudi misin? Ben seni Musevi zannediyordum?” dediğini anlattı.

NEFRET TOHUMLARI EKİLDİ

Ne demek bu?

Türkiye’de ne yazık ki “Yahudi” kimliği başka bir anlam ifade ediyor. Özellikle son 12 yılda nefret tohumları yüklendi bu kelimenin anlamına. O yüzden alternatif bir ek  kelime olarak Turkiye’de yakıştırılmış “Musevi” kelimesi kullanıyor. Musevi deyince daha hafifletilmiş oluyor sanki. Bu olayı şunun için anlattım. Musevilik, Yahudilik “suçunun” hafifletilmiş hali olarak kabul edilmek isteniyor. Yahudiliğe, o kadar çok negatif mana yüklenmiş ki, insanların beynine; kelime bir din imgesinden çok, bir nefret olgusuna dönüşmüş durumda Turkiye’de.

Eğitim gerçekten önemli. Ve biz çocuklarımızı bu sistemin içine sokmak istemedik açıkçası. Belki göç kararımızın arkasındaki en büyük neden de bu.

Başka neden ya da nedenler var mıydı?

Evet oldu. Türkiye’den ayrılmadan önce uzunca bir süre eşimle aramda en çok konuştuğumuz konu; Türkiye’nin neden bir türlü toplum, millet, halk olamadığıydı. Özellikle yurt dışına çıkmadan önce farklı toplumsal kesimler arasında ayrışma daha fark edilmeye başlandı.

Ne demek toplum olmak?

Toplum olmak şu; canın çektiğin zaman çocuğunun elinden tutup parka gitmek ya da yanı başındaki bir dershaneye ya da hemen evinin yakınındaki okula gönderebilmek. Yani  herkesin herkesi olduğu gibi kabul edebilmesi ve beraber yaşamayı başarabilmesi demek. Bu ise ancak karşılıklı saygı ile olur. Ama yok

Bunu en çok eğitim alanında hissediyoruz. Türkiye özel okulların artık bir tercih olmaktan çok zorunluluk olarak algılandığı ve toplumsal farklılıkların net biçimde ortaya çıktığı kurumlar oldular. Mesela İsrail’de özel okul diye bir kurum yok. Çünkü, herkesin aynı eğitimi almaya hakkı var anlayışı var. Bu aynı zamanda herkesi eşitleyen bir durum.

AYRILMAYA MAVİ MARMARA OLAYINDAN SONRA KARAR VERDİK

Ayrışma mı yaşanıyor ülkede?

Ayrışma değil ama artık bir parka, bahçede, kamusal alanda farklılıklarımızın daha belirgin hale geldiğini gördük. Bunun nedeni serpilen nefret tohumları. Bizler, sizler ve onlar gibi bin tane kimlik ve ayrışma noktası oluşturuldu. Şunu kabul ediyorum, Türkiye’de farklı etnik, kültürel, dinsel kimlikten insanlar var. Bu doğal bir durum. Doğal olmayan son dönemde bu kimlikler üzerinden biz ve sizler ayrımıdır. Özellikle iktidar sahiplerinin siyasal dili, toplumsal ayrışmada önemli bir etki yarattı.

Ben Türkiye’de doğdum, büyüdüm. Eğitimimi Türkiye’de tamamladım. Ama hiçbir zaman nefret ve ayrımcılıkla karşı karşıya kalmadım. Hatta tam tersine farklı gruplardan, dinlerden muhtelif arkadaşlarım oldu her zaman ve hiçbir zaman sorun yaşamadık, hissetmedik.

Nasıl karar verdiniz peki?

Türkiye’den ayrılma kararını kesinleştirmemiz Mavi Marmara olayından sonra oldu. O olaydan sonra nüfus cüzdanında din hanesinde yazılan göre insanı değerlendirilmesiyle karşı karşıya kaldık muhtelif kereler. Bu, hakikaten çok ilkel bir bakış açısı bana göre. Ama Türkiye buraya doğru gidiyor. Senin yaptıklarına,  eğitimine, insanlığına göre değil dinine, hükümetin öngördüğü doğrulara uyup uymamana bakılarak ayrım yapılmaya başlandı.

Mavi Marmara olayında şöyle bir olay yaşamıştık: 4 Levent’teki Yapı Kredi Plazaları’nın olduğu yerde bir akşam yemeğinden çıkmıştık; dışarıda nefret dolu bir grup park etmiş arabaları sallıyor. Kendi kendime; “Nasıl yani? Kime bu nefret? Dahası neyin nefreti?” sorularını sordum. Mavi Marmara’dan sonra buradaki yani Türkiye’deki insanların suçu ne? Bu insanlar sana ne yaptı, bu nefreti duyman için?

Bu bir örnek sadece. Söylemek istediğim şu; nefret halk seviyesine indirildi, o tohumlar her geçen gün filizlendi. Sadece bu değil, bütün düşünürler, yazarlar, muhalif fikirlerin hepsi teker teker bitirildi. Ülke öyle bir noktaya geldi ki bir mucize olmadığı taktirde gidişat çok net. Gidişat karanlık. Böyle olunca eşimle beraber dedik ki biz de bir şeyler yapmalıyız ve bizim için zor olan kararı aldık. Ayrılma kararının 2011 gibi verdik ama kararı uygulamak zaman aldı.

ŞAHSİ ÇIKARLAR REJİMİ OLDU

Farklılıkların bu kadar belirgin hale gelmesi, ayrışmacı dil kullanılması. Bunlar rahatsız olduğunuz konular. Genel bir soru sorsam: Türkiye’de yaşanları nasıl değerlendiriyorsun?

Türkiye tamamen şahsi çıkarlarla yönetilen, diktatör bir rejimine döndü. Ve o diktatörün çevresindeki zümre ön plana çıkartıldı her geçen gün. Bunu Türkiye’de çalıştığım kağıt sektöründe yaşanan değişimde net biçimde gördüm. Kağıt ekonomide lokomotif sektörlerden biridir. Çünkü ambalaj dediğiniz şey çok geniş alanda kullanılır. Bu sektörde paranın ve patronaj ilişkisinin nasıl el değiştirdiğini on sene içinde çok net bir şekilde ve aşama aşama gördüm.

Para ve patronaj aşama aşama el değiştirdi ve diktatör etrafında bulunan zümre ihya edildi. Onun dışında kalanlar kötü oldu. İktidara yakın olmayan herkes bir kağıt parçası kadar değersiz bir hale geldi. Ülkede insanlar ölüyor, inşaatlar çöküyor, madenler çöküyor, terör saldırıları sıradanlaştı ama kimsenin tepki vermesine hukuken izin vermiyorlar. Polis sokağa çıkanlara sert şiddet uyguluyor. Toplum şiddetle sindiriliyor.

TÜRKİYE’DE DİN VE DİNE SAYGI AZALIYOR

Durumdan rahatsız olan kimse yok görünüyor…

Türkiye’de küçük bir zümre dışında herkes mutsuz. O küçük zümrenin elde ettiği kazançtan arta kalanlarda AKP’yle aynı düşünceye sahip toplumsal gruplara dağıtılarak iktidar sürdürülüyor. Eğitim sorgulama, düşünme ve araştırma üzerine değil ezber ve giderek din üzerine olduğu için iktidarın söylediği her şeyi kabul eden bir toplum oldu Türkiye.

Türkiye’de Atatürk, onun kurduğu sistem, cumhuriyet değerleri ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Modern hayattan uzaklaşılıyor. İşin kötü tarafı Türkiye’nin şu an gittiği yer Atatürk’ün kurduğu Türkiye’ye alternatif değil. Din ve inanç üzerinden bir çıkar sistemi kuruldu. Türkiye bu anlamda muhafazakârlaşmıyor tersine din ve dine olan saygı azalıyor. Ben burada Atatürk adını kullanan yasakçılara kızıyorum. Belki bugün yaşadıklarımızın sorumlusu da onlar.

BUGÜNÜ HAZIRLAYAN GEÇMİŞTEKİ YASAKLAR OLDU

Nasıl yani?

Bence bugünü hazırlayan süreç, üniversitelere başı kapalı öğrenci giremez denilmesiyle başladı. Niye başı kapalı biri üniversite okumasın ki? Gerçek ve özgür bir demokrasi insanın şahsi tercihlerine müdahale etmemektir. Hereksin bir bütün içinde yaşayabilmesi için kendi öz tercihlerine müdahale etmeden, ortak kaideyi bulup yaşamak gerçek demokrasidir. Türkiye’de gerçek demokrasi yaşanamadı. Evet, Atatürk çok büyük bir değişim gerçekleştirdi. Bunu radikal bir şekilde yapmasaydı belki hiç yapamayacaktı. Daha sonraki evrelerde liderler ve siyasal ortam toplumun ortak değerlerde buluşmanı sağlayamadı.

Türkiye’de bireysel tercihlere saygı duymayı öğrenemedik. Hoşumuza gitmeyen şeyleri anlamak, saygı duymak yerine yok saydık, yasakladık. İşte türban bunlardan birisi. Sen okula giremezsin, senin başın kapalı; sen bunu yapamazsın, devlet dairesinde çalışamazsın dendi ve ayrımcılık yaşandı. Bu şekilde davranarak, bazı şeylerin önünü sert bir şekilde keserek düşmanlık yaratıldı. Hepimize o kadar çok ön yargılar dayatıldı ki işte o başı kapalıdır ve şöyledir böyledir. Ama bırak da önce ben onu bir tanımaya çalışayım. Belki birbirimizden çok fazla bilgi alışverişinde bulunacağız. Buna izin verilmedi. Bu ayrımcılık, yasaklar olmasaydı bugünler yaşanmazdı diye düşünüyorum.

DEVLET GELENLERE KOLAYLIK SAĞLIYOR

Zor oldu mu sonraki süreç?

Ben şanslıyım bu konuda, çünkü işe başladım. Türkiye’de kağıt sektöründe uluslararası ticaret yapan bir şirkette çalışıyordum. Buraya geldikten sonra bir sene dil eğitimi aldım. İlk beş ay yoğun bir dil eğitim aldım. Bunu sağlayan hükümet. Aynı zamanda bu dönem için belli bir para yardımı da yaparak dili öğrenmenizi teşvik ediyor. Bu bizim için bir avantajdı. Bu açıdan ilk 5-6 ay yarı tatil, yarı dinlenme modunda geçti.

Daha sonra hayatın gerçekleri ufak ufak kendini gösterdi. Dedim ya ben şanslıydım. Burada yine kağıt sektöründe bir işe girdim. Şirketin ilk ayağı Türkiye oldu. Daha sonra satış ağımız büyüdü ve ben Türkiye ve uluslararası satış  görevini üstlendim. Dolayısıyla sık sık seyahat ediyor ve Türkiye’ye gidiyorum. Ama bunu yapamayıp her şeyi tamamen geride bırakan insanların çok zorlandığını düşünüyorum. Yine de adaptasyon süreci çok zorlu bir süreç. İlk aylar belki çok sorun olmadı ama sonraki süreç sancılı geçti. Ama insan çok uyumlu bir varlık, nereye giderseniz gidin, niyet iyi olduktan sonra, oranın şartlarına uyum sağlıyor.

Uzun araştırmalardan sonra karar verdik ve taşındık. Karar almamız, önceki arayışlarımızdan farklı biçimde kolay oldu. Çünkü yalnız değildi. Aynı anda 5-6 aile birden İsrail’e göç ettik.

6 AİLE GELDİK ŞİMDİ 12 OLDU

5-6 aile aynı anda mı göç ettiniz?

Evet. Çok büyük zorlukları var. Her şeyden önce ana dilinizi bırakmak, konuştuğunuz, kendinizi ifade ettiğiniz ana dilinizi bırakıp farklı dillere geçmek  bu işin en zor kısımlarından biri. Çok basit ama her anınızda yaşayacağınız bir sıkıntı. Ben birçok dil konuşuyorum, konuşmaya çalışıyorum ama yine de  çok fazla zorluk çektik bu konuda. İsrail’deki gurbetçiler olduk.

Buraya aynı anda 5-6 aile birlikte geldik ama giderek kalabalıklaştık. Şu anda çevremizde bayağı kalabalık bir Türk grubu var.

Hepsi son yıllarda mı geldi?

Evet, son birkaç yıl içinde. Şimdi 12 aile aynı şehirde ve iç içe yaşıyoruz. Bu büyük bir avantaj çünkü zorlukları beraber aşıyoruz böylece. 12 Türk aile bir araya geldiğiniz zaman beş sene, on sene geçse bile Türklüğünüzün her sene ancak yüzde birini kaybediyorsunuz. Çünkü aramızda Türkçe konuşuyoruz, Türkçe içerikli işleri tercih ediyoruz. Yani burada Türk kalmaya devam ediyoruz. Ama bunun olumsuz tarafı entegrasyonu engelliyor. Yaşadığınız ülkenin şartlarına entegre olmadığınız zamanda her şey biraz zor oluyor. En azından küçük çocuğu olanlar için bu bir zorluk. Bunun için ben olabildiğince farklı kültürlerin içlerine girmeyi denedim, denemeye de devam ediyorum. Öyle olunca da çok daha büyük bir efor sarf etmeniz gerekiyor. Geldiğimiz yer İsrail yani Türkiye’ye çok uzakta değil.

Gene de zor olmalı…

Fakat gerçek olan bir şey var; ne kadar kolay olursa olsun, ne kadar az sorun yaşasanız da bu kolay bir tercih değil. Ama bu  İsrail olduğu için değil, nereye giderseniz gidin siz dini inancınız, kültürel kimliğiniz, aidiyetinizden bağımsız olarak her şeyden önce Türk’sünüz. Nüfus kâğıdınızda ne yazıyor olursa olsun siz bir Türk’sünüz. Nerede doğarsanız doğun kimliğinizin yüzde 70’i halen Türkiye’ye ait.

Benim büyük kızım bugün 12 yaşında ve yüzde 70 hala Türk. Burada yaşıyor olsak da, burada okula gidiyor olsa da bazı davranışları, bazı yorumları Türk kültürünü yansıtıyor. Özünde herkes insan da olsa, bir takım küçük gibi görünen, aslında çok önemli olan kriterler var ve onlar da sizi farklılaştırıyor.

GELİŞ GEREKÇELERİ BENZER

Sizinle birlikte gelen ailelerin gerekçeleri neydi?

Çok çok benzer tabii. Kimisi bizim gibi çocuklarını bu yarışın içine sokmak istemedi, kimisi ülkenin gidişatını hiç beğenmediği için, kimisi çocuklarını yarınından endişe ettiği için. Ortak noktamız ülkenin gidişatının iyi olmaması. Biz en azından çocuklarımız özgür düşünce ile yetişsin, herkes kadar hayatta var olma hakları olsun, herkesle eşit alt yapıdan başlasınlar, sonunda  kendi ışıkları, kendi tercihleri neyi gösterirse onu yapabilsinler diye göç ettik.

Kuşkusuz buraya gelmekle çocuklarımız çok iyi yerde olacaklar diye bir şey yok ama en azından herkesle eşit haklara sahip olup hayata öyle başlayacaklar. Türkiye’de bu durumdan çoktan uzaklaşıldı. Eşit  hak diye bir şey yok artık. Parayla ölçülüyor birçok şey. Bu  kavganın içinde olmak istemedik ve doğru da bulmuyoruz.

Ne zaman ayrıldınız Türkiye’den?

Biz Haziran 2012’de Türkiye’den ayrıldık.

Neden İsrail?

Buraya gelmeye karar vermeden önce, birçok farklı alternatif vardı. Yeni Zelanda mesela, keza Amerika ve Kanada’yı da düşündük. Nihayetinde İsrail’i tercih ettik. Bunun için bazı nedenlerimiz vardı. Buraya gelmenin bizim için bazı avantajları vardı. Sonuç olarak aile olarak taşınıyorsunuz, dolayısıyla birçok şeyi değerlendirmeniz gerekiyor. İsrail bize Yahudi olduğumuz için bazı kolaylıklar sağlaması tercihimizde belirleyici oldu. Bir de İsrail’de çok fazla tanıdığımız olduğu için de tercih ettik. Bu tercihimizde dinsel sebepler değil sosyokültürel avantajlar belirleyici oldu.

Tabi bir de uzaklık. İsrail Türkiye’den iki saat uçuş mesafesinde olan yakın bir ülke. Bu demek oluyor ki hani Türkiye ile olan bağlarımızı kopartmıyorsunuz. Nihayetinde herseyden önemlisi ailenizin büyük bir bolumunu geride bırakıyorsunuz. Dediğim gibi siz hala Türk’sünüz ve arada bir nefes almak istiyorsunuz, diyorsunuz Türkiye’ye gideyim. Yeni Zelanda olsaydı bu sanırım imkansız olurdu.

İSRAİL GÜVENLİ BİR ÜLKE

Biraz ordaki hayatınızdan bahsetseniz?

İsrail enteresan bir ülke. Dünyanın birçok farklı noktasından, bi makalede okuduğum kadarıyla 42 farklı dilin konuşulduğu birçok farkli ülkeden göç alan, çok zengin bir sosyokültürel yapıya sahip bir yer. Sokağa çıktığınız zaman her dilden insanın olabileceği bir ülke burası. Benim oturduğum apartmanda bile yanlış bilmiyorsam Amerikalı, Güney Afrikalı, Türk, Fransız aileler var. Bu, güzel  bir kültürel zenginlik.

Dışarıdan çok tehlikeli gibi görünen ama özündeki insana çok değer veren farklı bir ülke. Buraya gelmeden önce pek çok insan gibi benim de İsrail’e karşı ön yargılarım acabalarım vardı. Fakat buraya geldikten sonra ön yargılarımın bir çoğunun gerçekten ön yargı olduğunu gördüm. Şimdi tam tersine bu ülkeye olan saygım sonsuz.

Turkiye’den uzaklaşıp olan biteni farklı gözlerle görebildiğiniz zaman insan hayatının değerinin olmadığını görüyorsunuz. Madende ölenler, çatışmalarda şehit olanlar, terör saldırılarının kurbanları vs. Bütün bunlar insanın bir değerinin olmadığını gösteriyor. Burası da bir terör ülkesi, yaşaması kolay bir ülke değil. Ama İsrail’de zor zamanlarda dayanışmayı, seferberlik halini ve duygusunu görüyorsunuz. İsrail bu açıdan bir millet ve halk. Oysa Türkiye’ye bakın acılarda bile birleşemeyen bir ülke oldu.

HERKESİN BİR B PLANI VAR

Ne olursa Türkiye’ye dönmek istersiniz peki?

Tek başıma olsaydım bu soruya cevap vermek kolay olabilirdi ama aile olunca zor. Bir anne baba olarak, aile olarak çocukları alıp tekrar Türkiye’ye dönmek kolay değil. Çünkü çocukların da içinde olduğu bir hayat var. Şehir değiştirmenin bile insanların hayatlarında ciddi şoklara neden olduğunu düşünürsek ülke değiştirmenin zor olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bunu bir kere yaptık bunu; bir daha da ciddi bir şey olmazsa değiştireceğimizi düşünmüyorum.

Ancak ben ne olsa yapardım peki diye kendime sorduğumda; hakikaten politik olarak bu kadar şekilci bir sistemden çıkıp daha özgürlükçü bir demokratik ortama geçebilsek olabilirdi belki. Yani bu çok radikal bir değişim olur. Ancak bu olursa mümkün olur böyle bir şey. Ama aslında bu varsayım böyle bir şey yapmayı şu aşamada kesinlikle düşünmüyorum ve tercihimizden memunuz ve gurur duyuyoruz.

Aileleriniz Türkiye’de. Yakın çevreniz ne düşünüyor Türkiye hakkında?  Onlarda da gitmek isteyenler var mı?

Maalesef çok ciddi anlamda düşünüyorlar. Kalanlar için hayatı değiştirmek çok da kolay değil, oturmuş hayatlar bunlar. Yılların, nesillerin getirmiş olduğu düzenler var. Kimisi kendi mesleğini yapıyor, kimisinin is veren; başka insanlardan da sorumlular. Dolayısıyla her çantasını kapan, bu kararı veren adımını kolay bir şekilde atamıyor. Ama öze indiğiniz zaman o adımı atmaya düşünen çok insan var. Çünkü ülkenin geleceğinden endişeliler.

Atmayan da  sürekli bir vicdan muhakemesi altında, acaba ben yarınımız için doğru mu yapıyorum burada kalarak diye kendi kendine soruyor. Diyebilirim ki yüzde doksanı bu adımı atma noktasında soru işaretleri taşıyorlar. Hepsinin bir B Planı var. Mesela biz buraya gelmeden önce İspanyol vatandaşlığına başvurmuştuk B Planı olarak. Çünkü güvensilik var, yarın endişesi var. Bu yani ülkenize güvenenemek, geleceğinden endişe duymak çok kötü.