Arşiv Göze Çarpanlar

Din, diyanet, vefa: Vefat eden Musevi komşu

YENİ-YAZARLAR(122)

İhsan Yılmaz / Meydan Gazetesi

Her gün siyaset yazıyoruz. Siyasetle birlikte gayya kuyusunun içinde diplere doğru çekiliyoruz. Siyaset, hepimizi ve her şeyimizi etkilediği için, bu biraz da kaçınılmaz. Ancak, arada başımızı kaldırıp, etrafta olana bitene de bakmakta fayda var. Keşke, iyi ve güzel günler yaşıyor olsak da neşeli şeyler üzerine yazsak, çizsek. İnşallah, ileride bu mümkün olur.Bu sürecin sanırım çoğumuz için faydalarından birisi de şu oldu: Altı ve içi boş “necip milletimiz” övünmelerimizle daha realist bir şekilde yüzleşiyoruz. Muhatap olduğumuz gerçeklikle abartılı iyimserlikler ve destansı genellemeler olmadan yüzleşmek, toplumsal mesafe almak isteyenler için de faydalı bir entelektüel egzersiz.

İzmir Kemeraltı’nda on yıllardır esnaflık yapan 80 yaşındaki Musevi bir beyefendi vefat etmiş. Müslüman arkadaşları, caminin ses sisteminden bunun çevreye duyurulması için müftülüğe başvurmuşlar. Ancak, buna izin verilmemiş. Başvuruyu yapan Müslüman esnaf komşu, 17 yıl önce başka bir Musevi vefat ettiğinde böyle bir duyurunun yapıldığını söylüyor. Kendimizle övünürken bahsetmekten zevk aldığımız hoşgörümüz anlaşılan giderek buharlaşmış (aslında neredeyse hiç yoktu!). Yalnız burada daha karmaşık bir durum var. Musevi beyefendinin kozmopolit İzmirli esnaf komşuları onu seviyor ve hatırasına son bir jestle selam vermek istiyorlar. Burada, hoşgörüsüz davranan, ülkenin dini anlayışını ve yaşantısını tekelleştirme, tek tipleştirme ve devletleştirme için kurulmuş olan Diyanet. Üstelik, 17 yıl evvel almadığı bu katı tavrı şimdi almak durumunda olması daha da üzücü.

Hiç kimsenin Musevi esnaf için sala okunsun diye bir talebi yok. Ki bana sorsanız, “Okunsun, ne mahzuru var?” derim. Sadece, ezan dışında kaybolan çocuktan, bulunan ineğe kadar farklı duyuruların yapıldığı ses sisteminden, ölen bir insan evladının, bir komşunun, bir babanın haberini verme talebi var. Ancak, anlaşılan o ki, ya 17 yıl önceki müftü, İslam’ı daha evrensel, şehirli (yani medeni) ve insani yorumlayan birisi idi ve şu an böyle bir müftü orada yok. Ya Diyanet teşkilatı giderek İslamo-faşist bir çizgiye kayan AKP’nin etkisi ile daha da Kadızadeli bir çizgiye geldi. Ya da halkta artan bir kaba softa ham yobaz halleri var ve müftü gelecek tepkiden korkuyor. Belki de hepsi birden. Zaten, toplumsal olaylar biraz da bileşik kaplardaki gibi, birbiri ile iç içe, birbirini besleyen ve birbirini etkileyen karmaşık süreçlerdir. Galiba, sadece siyaset kurumu olarak değil, toplum olarak da yavaş yavaş dibe doğru çöküyoruz.

İyimser olmazsak kötülüğün ve kötülerin galibiyetini baştan ilan etmiş olacağımıza inanan, dolayısı ile her şeye rağmen ümitli olmaya azmeden birisi olarak, bu dibe çöküşün hayırlı olacağını düşünüyorum. Yüzeysel, şekilci, içi boş dini anlayışımızın çökmesinde bir mahzur yok. Çöksün ki bu asrın idrakine uygun, akılları, zekâları, vicdanları ve kalpleri tatmin edecek taklitçilik ve şekilciliği aşmış bir din yorumu için bazılarımız gayret etsin. Yoksa kurulu düzen devam edince, kimse cesurca öne çıkıp da gidişat kötü diyemiyor.

İslam’ın bir “fıkıh medeniyeti” olduğunu söyleyen düşünürler, bunda dinin her dönemde tekrar yorumlanmasını ve çoğulcu bir anlayışla her fikre açık olmasını vurgularlar. Ancak, korkarım, tam tersi bir sonuç ortaya çıkmış durumda. Din, kuru kurallar dini haline gelmiş halde. Her şeye helal – haram ikileminden bakan dindarlar, hayatın çoğu rengini ihmal eder hale gelmişler. Kalp, vicdan, insaf, hoşgörü, estetik, ahlak, akıl vs. kaybolmuş. Din, insanı daha da insanileştiren değil, onu konu komşusu ile çatıştıran bir ezber konumuna düşürülmüş.

Anlaşılan, Diyanet, AKP ve onların semirttiği selefi cemaat ve tarikatlar yolu ile iyice dibe vurmadan, bu hallere düşmüş dini anlayışımızla yüzleşemeyeceğiz.